TAYFUN
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Unutulmayan Hatıra

4 posters

Aşağa gitmek

Unutulmayan Hatıra Empty Unutulmayan Hatıra

Mesaj tarafından Rosalind Çarş. Haz. 14, 2017 1:47 pm

Unutulmayan Hatıra Naoya_10

Yıllar, öylesine hızlı geçiyordu ki bu süre zarfında yaşamayı unutmuş gibi hissediyordum. Bu kozmik yaşama öylesine ayak uydurmuş gibiydim ki, yıllarca avcılık ile yaşayan ben değilmişim gibiydi. Pentelerle, ıslak ve sert toprağın üstünde uyuyan o kız ben değil bir başkası gibiydi. Xavier ile arkadaşlığımız geçen yıllar ve aylarla öylesine ilerlemişti ki, buna çoğu kez şaşırıyorduk. Aramızda olan duvar ancak hala duruyordu. Aşamadığımız, yıkamadığımız kocaman duvara her zaman çarpıyorduk. Gece, herhangi bir saatte Xavier'ın kabus görerek, Maia'nın adını sayıkladığı geceler bitmek bilmiyordu. Her sabah, sanki bunları hiç duymuyormuş gibi uyandığım sonsuz günler takip ediyordu birbirini. Ona duyduğum duygunun adını koymakta zorlansam bile bir uyumumuz vardı. Kelle avcılığı ve hırsızlık yaparak kendimize bir hayat kurmuştuk. Kurduğumuz bu hayat, ne kadar iyi olduğu tartışsa bile bir şekilde devam ettiriyorduk.

Gün, öylesine geç doğmuş gibiydi ki, uykusuzluktan ağrıyan gözlerimi açık tutmak bir türlü işkence gibiydi. Xavier, uykusunda döktüğü göz yaşları ve onu kovalayan sayıklamaları bitmek bilmemişti. Ahşap, eskitme masanın üstünde elimde şarap kadehi ile öylece oturuyordum. Bundan yıllar öncesini düşünüyordum, hayat öylesine değişmişti ki ayak uydurabilmek imkansızdı adeta. Xavier, bir süre sonra uyandı. Dağılmış saçları, kurumuş gözyaşları ile boynuma sarıldı. Ufak bir öpücük kondurdu. 'Bugün, erkencisin.' dedi buğulu ses tonu ile. Hafifçe gülümsedim. 'Bugün işlerimiz oldukça yoğun, kafamı dağıtmaya çalışıyorum.' diyebildim sadece. Sarmaladığı kollarının arasından kendimi çektim ve ayağa kalktım. Silahımı temizlerken, içine barut yerleştiriyordum. Sırtımı yasladığım tezgahın soğuk dokusu, sırtımdan kalçalarıma doğru yayılıyordu. Xavier, beni baştan aşağı süzmüş bir süre duraklamıştı. 'Bazen, ne düşünüyorum biliyor musun?' bu cevap bekleyen bir soru değildi. Derin bir nefes aldı. 'Maia, acaba hayatta mı diye kendime soruyorum. Bugün, tam iki yıl 2 ay 3 gün oldu. Ondan hala haber alamadık. Biliyorsun, o benim ilk tanıdığım insandı. Benim için özeldi. Ve şu an, nerede olduğunu bile bilemiyorum. Haber almak ise imkansız.' sesi titriyordu. 'Saymışsın.' diyebildim. Xavier ayağa kalktı. Pencerenin önüne geçti, elini pervaza koydu. ' Saymadığım bir gün olmadı.' ağlamaklıydı. Sessizce ona baktım. 'Biliyorum.' dediğim an da Xavier bunu beklemiyor gibiydi. Bunu habersiz yaptığını düşünüyor olmalıydı. Oysa, bu aramızda kocaman bir tabuydu. Asla konuşmadığımız ve garip şekilde şu an konuştuğumuz. 'Bazen, giden ben olmalıydım diye düşünüyorum.' dedim. Bunu aksi bir cevap beklemek için değil, gerçekten böyle düşündüğüm için dillendirmiştim. Xavier bana doğru döndü, elini belime sardı. 'Öyle demek istemedim.' derken gözlerime bakmaktan bile kaçınıyordu. 'Buna daha ne kadar devam edebiliriz?' deyiverdim. Xavier, bu sefer tam gözlerimin içine bakıyordu. 'Gerçekten çabaladım, ancak. Ancak Rosalind, Maia'yı aklımdan çıkaramıyorum. Üzgünüm.' öylesine gerçek konuşuyordu ki, uzun süre sonra ilk defa gerçekleri konuşuyordu sadece. 'Evet.' diyebildim. Kollarının arasından kendimi kurtardım. 'Gitmem gerekiyor, ait olduğum yere.' diyebildim. Nereye gitmem gerektiğini bilmiyordum, sadece kendimi bir sona başladığı andan itibaren hazırlamıştım ancak şu an ne kadar çok bağlandığımı yeni anlıyordum. Söylediği her kelime kalbime saplanan bir hançer gibiydi. 'Gitmen gerekmiyor.'

Odanın kapısını kapattım. Üstümden çıkardığım üstü yere fırlattım. Üstüme herhangi bir şey geçirdim. Umutsuzca baktığım odaya, son bir bakış attığımı hissediyordum. Ceketimi üstüme geçirdim, deri kemere silahımı ve hançerimi taktım. Xavier kolumdan tuttu ve kendine doğru çekti. 'Bunu yapma, inandığın şeyin peşini bırakma. İzin ver, gitmem gerekiyor.' diyebildim. Gözlerimi sıkıyordum. Boğazımda düğümlenmiş yumru açılsa sanki durmaksızın ağlamama sebep olacak gibiydi. Eliyle, çenemi sımsıkı kavradı ve dudaklarım ile buluştu dudakları. Öylesine öpüyordu ki, bir veda öpücüğü olduğunu anlıyordunuz. Gözlerimin içine baktı, 'Seni seviyorum Rosalind Wouters.'

Yürdüğüm sokaklar öylesine onu hatırlatıyordu ki. Kafama kapşonumu geçirdikten sonra 2 yıl önce giriş yaptığım devasa kapıdan şu an çıkış yapıyordum. Buraya bir daha asla gelmeyeceğimi hissediyordum.
Rosalind
Rosalind
Ana Karakter

Mesaj Sayısı : 11
Kayıt tarihi : 06/09/16
Yaş : 27
Nerden : Derin orman.

https://tayfun.yetkinforum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Unutulmayan Hatıra Empty Geri: Unutulmayan Hatıra

Mesaj tarafından Maia Çarş. Haz. 14, 2017 1:48 pm

Ulu Saray'ın beyaz, aydınlık ve bomboş koridorlarında yürürken ellerimi kol yenlerimin içine sokmuştum. Yürürken camlardan dışarı bakıyordum. Gözlerim dışarıda olmadığı bir an bile yoktu. Her gün pişmanlık çekiyor, isyan etmek istiyor ama bu duygumu bastırıyordum. Hissetme. Düşünme. Sadece yap. Adalet Savaşçıları öğretileri beynimde yankılanıyordu. Direnmek istiyordum ama yapamıyordum. Gözlerimi kapatıp kafamdaki sesleri susturmayı denedim ama nafile bir çabaydı. Cebimden bir mendil çıkarıp gözyaşlarımı silmek zorunda kaldım. Bu onun mendiliydi. Ondan nefret ediyordum. Beni buraya geldiğim süre boyunca ayakta tutan tek şey buydu. Nefret. Yoksa iradem çoktan çözülüp gitmişti. Altın işlemeli, zarif bir kapının önünde durdum. Kapının iki yanındaki nöbetçiler bakışlarını bana çevirdi. Hiçbir şey söylemeden öylece durdum. Ne düşündüklerini biliyordum. Yine ağlamış. Şu kız bizim aramızda olmaya layık değil. Lord Ronan neden hala onu burada tutuyor? Ne kadar uğraşırsam uğraşayım bunun cevabını ben de bulamamıştım. Ronan'ın bütün iradesini test edecek şekildeki davranışlarıma rağmen bu davranışlarım sadece onu beni daha yakınında tutmasına yol açmıştı. Her asiliğimin karşılığını da bütün gece süren öğreti dersleriyle ödemiştim. Onları düşünmek bile ellerimin titremesine yol açtı ama bu sadece bir saniye sürdü. Sonra derin bir nefes alıp kendimi sakinleştirdim. Bir Adalet Savaşçısı her zaman sükunetini korur. Hayır, ben bir Adalet Savaşçısı değilim, diye düşündüm inatla.

"Lord Ronan seni bekliyor." dedi nöbetçilerden kadın olan, en sonunda. Kapı yavaşça açıldı, tamamen açılana kadar bekledim ve sonra yavaş adımlarla içeri girdim. Her adım sanki beni ölümüme götürüyordu. Geniş çalışma odasının bir duvarı tamamen camdı, içerisi o kadar aydınlıktı ki gözlerimin alışması için birkaç saniye bekledim. Kafamı ışığın geldiği tarafa çevirdiğimde bütün bahçeyi kaplayan kar örtüsünü daha iyi görebildiğimi fark ettim. Göz alabildiğine beyazlık, bütün Aurelia'yı sarmıştı. Ulu Saray'da gördüğüm yetmezmiş gibi, diye düşündüm hüzünle. Bahar zamanı ağaçlara bakarak dışarıda da bir hayatın olduğunu hatırlardım. Ama kışın dışarıdaki dünyada da her şey ölüydü. Ulu Saray'da olduğu gibi.

Ronan'ın boğazını temizlemesiyle ona döndüm.

"Lord Ronan." diye mırıldandım ve gönülsüz bir reverans yaptım. Lord Ronan bana dönüp nazikçe gülümsedi. Bu gece de bana uyku yoktu anlaşılan.

"Küçük kız, sonunda gelebildin." dedi sakin bir sesle. Onun her konuşmasında olduğu gibi tepkisiz kalmayı sürdürerek aptal aptal ona baktım. Dudaklarının kenarındaki belli belirsiz seğirmeden sinir olduğunu anlamıştım. Bu bile beni bir hafta boyunca mutlu etmeye yeterdi.

"Sana güzel bir haberim var minik serçe." İşte bu, yandığımın habercisiydi. Sonunda ilgimi çekmenin verdiği tatminle bana doğru eğildi Ronan. Bugün açık bıraktığı uzun saçları önüne dökülüyordu. Babasından devraldığı bu koltuğu o kadar benimsemişti ki, onu gören kimse Adalet Savaşçıları'nın başının bu kadar genç olmasını sorgulamazdı. Ronan mükemmel bir liderdi. Tam bir politikacıydı. Politikanın canı cehenneme, diye düşündüm kızgınca.

"Sonunda senin yeterince geliştiğine karar verdim. Bu pazar, halka sunumunu gerçekleştireceğiz. Uzun zamandır dışarıdan gelen bir melez olmamıştı, halk bunu kutlamak isteyecektir." Çünkü bütün safkanları öldürdünüz, diye düşündüm. Sadece Adalet Savaşçıları melez soyunu devam ettirebilmek için çocuk yapıyordu. Tamamen görev uğruna yapılan bir çocuklar sadece görev bilinciyle büyüyor ve Ulu Saray'ı dolduran diğer melezler gibi oluyorlardı. Ronan diğer melezlerin bana yaptığı her yargılamada beni dışarıdan geldiğim gerekçesiyle savunuyordu. Beni bulan o olduğu için kendini kahraman olarak görüyor olmalıydı. Bana her bakışında kendimi nadir bulunan bir hayvanmış gibi hissediyordum. Parmaklarını masanın üstünde birbirine geçirerek bana baktı. Gözlerini meydan okurcasına kısmıştı.

"Bir şey demeyecek misin, Maia?" Derin bir nefes alarak ona baktım.

"Hayır, lordum." Bana saatler gibi gelen birkaç saniye daha bana baktı ve sonunda arkasına yaslandı.

"Gidebilirsin."

Arkamı dönüp birkaç adım atmıştım ki sözleri tekrar durmamı sağladı.

"Akşam odama gel, anlaşılan hala öğrenmen gereken şeyler var." Sinirle çenemi sıktım, kapının açılmasını beklerken sakinliğimi korumak için iki tanrıya da dua ediyordum.

***

Bembeyaz kar örtüsü, insanlar tarafından bozuluyor ve şehrin ana caddesinde geçit töreni için yol açılıyordu. Yolun kenarına konulacak süslemeleri taşıyan insanları seyretmek için pencerenin pervazına oturdum. Küçük kızlardan oluşan koro Aurelia'nın milli marşını prova ediyordu. Şimdiden pazar alışverişi için gelen insanların ilgisini çekmişti bu olaylar.

"Ne güzel, değil mi? Bütün bu insanlar senin için burada." Aniden arkamda beliren Ronan beni irkiltti. Korkmuş halimi görünce kahkahaya benzeyen bir ses çıkardı. Onun samimi gülüşüne en yakın olan şey buydu.

"Bu tören Adalet Savaşçıları'nın gücünü halka hatırlatacaktır." Asıl amaç buydu zaten. "Sıradan bir insanı aramıza alıp bizden biri yapmamız, halkı etkileyecektir eminim ki. İnsanlar böyle dokunaklı öyküleri sever, sen daha iyi bilirsin zaten, değil mi küçük kız?" Senin gibi duygusuz bir varlığın bunu anlaması zaten beklenemezdi, diye geçirdim içimden.

Dışımdansa, "Haklısınız, Lord Ronan. İnsanlar böyle şeyleri sever." dedim papağan gibi. Ona lord dediğim her andan sonra gidip dilimi yıkamak istiyordum. Elini omzuma koydu ve beni çevirdi. Dokunuşuyla irkildim, neyse ki sadece beni bir yere götürmeye çalıştığında bunu yapardı.

"Gel, artık seni hazırlamamızın vakti geldi."

Ritüel odası bugün benim için hazırlanmıştı. Odanın ortasındaki koca küvete baktım.

"Bir Adalet Savaşçısı olarak ruhunun ve bedeninin arınması gerekiyor." dedi Ronan, arkamdan. İki Adalet Savaşçısı kadın yanıma yaklaşıp kıyafetlerimi çıkarmaya başladığında irkildim, içimdeki isyan etme duygusu biraz daha büyüdü, onu tutmak için gözlerimi öylesine sıkı kapattım ki gözlerimin kenarlarından yaşlar aktı. Sadece bir süre, Ronan'ın göremeyeceği bir sürede. Tamamen soyunduğumda zaman kaybetmeden küvete girdim. İçine tuhaf yağlar katılmış olmalıydı ki burnumu kaşındıracak kadar ağır bir koku beni karşıladı. Bu yoğunluktan başım döndü, bu etkiyi geçirmek için gözlerimi kırpıştırdım. Ronan'ın bana doğru yürüdüğünü görünce gerildim. Kendimi avlanılacak bir hayvan gibi hissediyordum. Derin nefesler almaya çalıştım ve-

"Aagh!" Ronan saçlarımdan tutup başımı suya daldırdığında yoğun sudan bir kısmını yuttum. Başımı çıkardığında ise bir dua okuduğunu fark ettim. Benim haykırışıma karşılık hiçbir tepki vermemişti. Ellerini üzerimde gezdirip duayı okurken tüylerim güçten diken diken olmuştu. Aldığım eğitim sayesinde odaklanınca ne demek istediğini anlayabilmiştim.

"Yer ve Gök, sen bu kulunu kutsa ve sizin yolunuzda ilerlemesine izin ver." Gök'e Aurelia'da sadece Adalet Savaşçıları dua ederdi. İnsalara karşı Yer Tanrı'ya olan inançlarını öne çıkarsalar da iki tanrıya da eşit önem verirlerdi. Denge ve sükunet, Adalet Savaşçıları'nın en ünlü sözüydü. Ronan duasını bitirene kadar bu sözü tekrarlayıp sakinleşmeye çalıştım. Bende en ufak bir tepki görürse bunun cezasını çekeceğimi biliyordum. O bana dokunurken sadece fiziksel olarak değil, ruhen de çıplak hissediyordum.

Sonunda dua bittiğinde doğruldu ve arkasındaki kadının verdiği havluyla ellerini sildi. Bense bu kadar uzun süre çıplak bir şekilde suda kalmaktan dolayı titriyordum.

"Normalde bu ritüeli melezler doğarken yaparız." dedi Ronan, arkası bana dönük bir şekilde ellerini silerken. "Senin bu imkanın olmadı. Sonunda bugün bizden biri olacaksın." Bunu dedikten sonra titremem daha da artmıştı. Onun gibi olmayı düşünemiyordum bile. Onun diğer kuklaları arasına karışacağımı düşündüğünü biliyorum. 'Bakın, bu asi kızı bile ben adam ettim.' demek istiyordu herkese. Onun kadar egoist ve narsist birini görmemiştim. Onunla yaşadığım bu süre zarfında Rosalind'e söylediğim bütün lafları geri almak istiyordum. Rosalind... Onu düşününce eski yaralarım tekrar kanıyormuş gibi hissediyordum. Kalbim sıkışıyordu. Rosalind'den sonra kimi düşüneceğimi bildiğim için hızlıca ayağı kalktım ve küvetten dışarı çıktım. Hissetme, diye tekrarladım içimden. Düşünme.

İki Adalet Savaşçısı kadın bana tören giysilerimi giydirirken sadece onlara odaklanmaya çalıştım. Ellerinin hareketlerine odaklandım. Giydirdikleri çamaşırların, cüppenin yumuşaklığını hissettim. Sonunda önüme Ronan geldiğinde hiç istememe rağmen başımı kaldırıp ona baktım. Yine de Xavier'ı düşünmekten kendimi alamamıştım. Yüzü Ronan'a göre daha kısaydı, daha erkeksiydi. Elmacık kemikleri daha çıkıktı. Çivit mavisi gözleri her zaman parlaktı. Onun gece rengi saçları Ronan'ın beyaz saçlarından ne kadar farklıydı. Ronan kısa bir dua okuyup boynuma bir madalyon taktı. Altın rengi madalyonun ağırlığına alışmaya çalıştım. Belime altın rengi bir kemer bağladı. Kadınlar ayaklarıma için altın rengi sandaletler giydirdiler. Sanki her şey yavaş bir çekimde gerçekleşiyor gibiydi. Ritüel odasında olmamızdan mı yoksa bu tuhaf giysilerden dolayı mı bilmiyorum ama kendimi tanrıların huzurunda gibi hissediyordum.

"Nasıl hissediyorsun?" diye sordu Ronan, tam da bu sırada. Tabii ki ona düşündüğüm şeyi söylemeyecektim.

"Sanki düğünüme hazırlanıyor gibiyim." dedim aklıma gelen ilk şeyi söyleyerek. Onun da 'Bu da Tanrılarla evlenmek gibi, kendini onların huzuruna adayacaksın.' gibi bir şey söylemesini bekliyordum.

"Onun da zamanı gelecek." dedi sadece, dudakları o tuhaf gülümsemesini oluşturmak için yukarı doğru kıvrıldı.

"Ha?" dedim afallamış bir şekilde. Adalet Savaşçıları düğün yapmazdı ki, sadece Ulu Saray'ın başının önünde evlendirildikleri ilan edilirdi ve tek gayeleri olan çocuk yapmaya yönelirlerdi, çocuk doğduktan sonra da ilişkileri biterdi. Tabii...

"Eğer Adalet Savaşçıları'nın lideri evlenmiyorsa düğün yapılmaz." dedi sadece. Elimi alıp kendi koluna yerleştirirken hala olayı idrak edememiştim.

Ritüel odasından çıkınca bütün Adalet Savaşçıları'nın toplandığını gördüm. Hepsi bir ağızdan bir dua mırıldanıyordu. Ronan onlar karşısında duraksamadan yoluna devam etti. Koridorlardan geçerken pencereden dışarıda toplanan kalabalığa baktım. Bütün avlu dolmuş görünüyordu. Romanlarda okuduğum idam gösterilene gelen insanlar geldi aklıma.

"Halkın heyecanına bir bak. Onları daha heyecanlandıracak tek şey bir evlilik olabilir, sence de öyle değil mi?" Bu sefer sorusuna cevap vermedim. Zaten hiçbir zaman bir cevap almak için soru sormazdı aslında.

"Ne kadar uğraşırsam uğraşayım, seni dize getirmek çok zaman ve uğraş istiyor. Ve bu iki yıl boyunca bunu sana veremedim, değil mi küçük kız? Evlendiğimizde bunun için fazlasıyla vaktim olacak." Bembeyaz bir suratla ona baktım. Gülümsemesini koruyarak devam etti, hala karşıya bakıyordu. "Herkesin evlenmem gerektiği hakkında söylediği şeylerden haberdarım. Artık bir varis görmek istiyorlar. Annesinin ve babasının onu ideal bir Adalet Savaşçısı olarak yetiştirmesini görmek istiyorlar. İnsanlara istediği şeyleri vermek benim boynumun borcudur. Halk da bunu çok sevecek, bu onların gözündeki istikrarlı ve huzurlu Aurelia görüntüsünü pekiştirecek." Midem bulanıyordu, iki büklüm olmamak için Ronan'ın koluna tutuldum. O ise diğer elini elimin üstüne koyarak yürümeye devam etti. Her saniye içinde bulunduğum durumdan daha da iğreniyordum. Artık kafeste tutulan bir kuş gibi değil de boğulmak üzere olan bir kuş gibi hissediyordum. Ulu Saray'ın büyük kapısından meydana çıktığımızda korkuyla etrafa baktım. Herkes çılgınlar gibi tezahürat yapıyordu. Küçük kızlar yolumuza beyaz gül yaprakları serpiyorlardı. İnsanlar gözlerini benim olduğum tarafa çevirmişti. Kusmak üzereydim.

"Bir dakika." diyebildim dişlerimin arasından, yürümeye başlamadan önce. Ronan şaşırtıcı bir şekilde beni dinledi. Yüzündeki politik gülümsemeyi soldurmadan duraksadı ve elini elimin üzerinden çekti -kalabalığa el sallamak için tabii ki.

Ayağımın altındaki gül yapraklarına baktıktan sonra, gözlerimi gökyüzüne çevirdim. Tanrılar, lütfen bana yardım edin. Lütfen. Lütfen.

***
Borazanlar çalmaya başlarken irkildim. Arkamızdan Aurelia milli marşı çalınırken Ronan beni sürüklercesine yürütmeye başladı. İçi boş bir kukla gibi ona itaat ettim. Tören boyunca gülümsedim, el salladım, dediği her şeyi başımla onayladım. Yürüyüşümüz boyunca yanımızdan akıp giden kalabalık hiç değişmiyor gibiydi. Aynı, sıradan yüzler. Keşke onlardan biri olabilsem, diye düşündüm acı içinde. Tören Aurelia'nın ana caddesini dolaşıp tekrar Ulu Saray'a gelmemizle son bulacaktı. Yürürken etrafımdaki evlerin tanıdıklaştığını fark ettim. Nerede olduğumu fark ettiğimdeyse neredeyse bir taşa takılıp düşüyordum. Aurelia'ya gelişimde ilk ziyaret ettiğimiz hanlar bölgesiydi burası. Rosalind'i ve... Xavier'ı en son gördüğüm yer. Onlardan ayrıldığım yer. İki yıldan beri ilk defa kendime onları düşünme izni verdim. Nerelerdeydiler? Ne yapıyorlardı? Aslında... Yaşıyorlar mıydı? Bu kadar insan içinden onları bulmam imkansız mıydı? Tam şu an kaçsam, üstümdekilerden kurtulsam ve onları arasam... Benden nefret ediyor olmalılar, diye düşündüm acı içinde. Onları bırakıp gittim. Yabancı bir diyarda onları yalnız bıraktım. Ben olsam ben de kendimden nefret ederdim.

Kalabalığın içinden simsiyah bir saç tutamı gördüğümde duraksadım. Bu sorunu fark eden Ronan kulağıma doğru eğilip bir sorun olup olmadığını sordu. Daha fazla bu işkenceye maruz kalmamak için sorusunu kestirip attım -bunun sonuçları olacaktı- ve hızla yürümeye başladım.

***

Tekrar Ulu Saray'ın önüne geldiğimizde kalabalık azalmak yerine artmıştı. Ana caddede yürüyen bir alay bütün ahalinin ilgisini çekmişe benziyordu, olaydan haberi olmayanlar bile gelmiş, meraklı gözlerle etrafa bakıyordu. Borazanların çalmasıyla birlikte kalabalıkta geç de olsa sessizlik sağlanmıştı. Ronan onun için platformun üstüne çıkarak uzun ve sıkıcı konuşmasına başlarken, her şeyden habersiz bir şekilde kalabalığa takılıp gelmiş esnafın şaşkın haline bakıp kendimi eğlendirmeye çalıştım.

"Ve şimdi," diye duyurdu Ronan. "Yanıma iki yıldır Adalet Savaşçısı olmak için canla başla çalışan, ailemizin en yeni üyesini çağırıyorum. Maia, buraya gel." Bir alkış tuhafı koparken gergin bakışlarla etrafa baktım. Ronan gözlerinde uyarıcı bir ifadeyle beni tekrar çağırdığındaysa aksak adımlarla yanına çıktım. Kendisi hikayemi yapabildiği en acıklı şekilde anlatırken sıkıntıya etrafa bakındım. "Küçüklüğünden beri hayali Adalet Savaşçısı olmak olan Maia, babasının onu bıraktığı manastırda yetişmiş. Buradan kaçıp bütün hayatını arkasında bırakmış, Aurelia'ya gelme uğruna Tayfun'un olduğu gün bile yolundan dönmemiş." Tayfun sözcüğünü duyduğumda mideme bir yumruk yemiş gibi oluyordum. Büyük bir keder ya da hüzün duymadan bu kelimeyi söyleyebilecek tek kişi Ronan olmuştu. Burada öğrendiğime göre o kadar çok kişi ölmüştü ki, bütün şehri mezarlık haline getirmek gerekmişti. Ronan ise bu olayı sanki günlük bir olaymış gibi telaffuz edebilmişti. Kalpsizin teki olduğu içi çok kolay olmuştur, diye düşündüm. "Onu şehirde kaybolmuş ve korkmuş bir şekilde bulduğumda iki yıl önceydi. Ona Adalet Savaşçıları'nın nezaketini ve korumasını sundum, zorlu eğitimler sonunda bizden biri olmaya hazır artık." Duraklamasıyla tereddütlü birkaç alkış baş gösterdi. Ronan yanındaki kadının uzattığı nesneleri alırken nefesimi tuttum. Adalet Değneği Ronan'ın elinde parlarken hipnotize olmuş gibi ona bakıyordum. Ronan kibirli gülümsemesini saklamak istese de onu okumayı öğrendiğim için benim anlamam zor olmamıştı. Değneği bana uzatırken kulağıma doğru eğildi. "Bunu kullanman için çok uzun yıllar geçmesi gerekecek. Yani sadece tören için. Fazla alışmasan iyi olur." O kadar heyecanlanmıştım ki Ronan'ın dediklerini dikkate bile almamıştım. Ellerimle değneği kavramam sihirli bir an gibiydi. Dokunuşumla değneğin ucundaki opal taşı parlamaya başladı. Etkilenen insalar bir alkış tuhafı kopardı. Ronan elleriyle onları sustururken heyecanlı, neredeyse mutlu görünüyordu. Halkın ilgisini çekmemi çok istiyordu en başından beri.

"Burada ben, Martel oğlu Ronan, melez Maia'yı Adalet Savaşçısı ilan etmekten onur duyuyorum." Yalanlar, diye düşündüm. Bütün Adalet Savaşçıları Martel'in bir varis veremeden öldüğünü biliyordu. Ronan sadece boşluktan faydalanıp oğlunu varis olarak sunan ilk işgüzarın çocuğuydu. Ağzından çıkan her şey üstü kapalı yalanlardı. Bunu bilip de bir şey yapamamak beni yavaş yavaş öldürüyordu. Elimdeki değnek, dokunana bütün hayatındaki suçlarını itiraf ettirebilirdi ama ben Aurelia'daki en büyük suçlunun üzerinde bunu kullanamazdım. Ronan insanların alkışları eşliğinde bana doğru yaklaştı. Elinde koluma takılacak ve bir daha hiç çıkaramayacağım bilezik duruyordu. Bunu Ulu Saray'daki herkesin kolunda görüyordum. Bunu takmam sonsuza kadar Ronan'ın kölesi olduğumun tescillenmesi demekti. Bir adım geri çekildim.

"Ne yapıyorsun?" dedi Ronan gerginlikle. İnsalar arasında takındığı maskesi çözülmeye başlamış gibiydi. Bir adım daha geri çekildim ve yüzündeki dehşet ifadesine bakıp tatminkar bir şekilde gülümsedim. Bakışlarının artık benim üzerimde olmadığını fark etmem birkaç saniye sürdü.

"Ona göz kulak olduğun için teşekkürler, artık Maia'yı ben alıyorum." dedi arkamdaki ses ve kollarını vücuduma dolayarak beni omzuna attı. Henüz sesimi çıkaramadan ellerimin simsiyah ipeksi saçlara değmesiyle irkildim.

"Xavier!" dedim heyecanla. Beni tuttuğu kolunu sıkılaştırıp koşma pozisyonu aldı.

"Sıkı tutun."

"Seni seviyorum." diye mırıldandım o hareket edemeden. Bir an duraksadı, sonra koşmaya başladı. Şok olmuş Adalet Savaşçıları'ndan ve kalabalıktan uzaklaştığımızda beni yere indirdi. Adalet Değneği'nin hala elimde olduğunu fark ettim ama şu an o bile önemli değildi. Onu görebileceğim hiçbir saniyeyi kaçırmak istemiyordum. Yüzü değişmişti sanki. Daha olgun gözüküyordu. Saçları uzamış, çene hizzasına gelmişti. Saçlarının bir kısmını arkadan toplamıştı. Şakağına bir bıçak izi eklenmişti. Hep parlayan gözleri sanki biraz solmuştu.

"Biliyorum." dediği zaman neye cevap verdiğini anlamam vaktimi aldı. Bunu öyle sakince söylemişti ki bir şeylerin değiştiğini anlamam için dahi olmama gerek yoktu.

"Rosalind'in peşinden gitmemiz gerek." dedi sadece ve benim yetişebileceğim bir hızla koşmaya başladı. Duraksadığımı fark edince bana döndü. Kendimi köle gibi hissettiren madalyonumu ve kemerimi yere attıktan sonra Adalet Değneği'ni kavradım ve onun peşinden gitmeye hazırlandım.

"Şimdi hazırım." dedim güvenle.
Maia
Maia
Ana Karakter

Mesaj Sayısı : 17
Kayıt tarihi : 06/09/16
Yaş : 26

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Unutulmayan Hatıra Empty Geri: Unutulmayan Hatıra

Mesaj tarafından Rosalind Çarş. Haz. 14, 2017 1:49 pm

Büyük, ihtişamlı kapı onu ilk gördüğüm zaman yaşadığım duyguların hepsini anımsatmıştı bana. O zaman, beraber girmiştik bu kapıdan içeriye doğru. Kendi başıma, nereye gideceğimi bilmeden sadece ayaklarımın beni götürdüğü o büyülü yere doğru ilerliyordum. İki yıl, öylesine hızlı öylesine hüzünlü geçmişti ki gerçekten mutlu olduğum zamanı hatırlamam gerçekten güçtü. Bir şekilde, kalbimin içinde doğan Xavier tamamen hayali bir görüntüden fazlası değildi. Gözlerimden akan yaşları durdurabilmem imkansızdı, öylesine hızlı yürüyordum ki kendimi kaybetmiştim. Maia. Küçük, savunmasız hiç sahip olmadığım kız kardeşim gibiydi. İki yılın ardından, yaşayıp yaşamadığını bile bilemiyordum. Onu aramayı öylesine çok istiyordum ki, ancak bilmediğim bir şey her defasında beni gerçi çekiyordu. Düşünceler beni tamamen ele geçirdiği zaman, arkamda kalan büyülü şehir şu an ufacık gözüküyordu. Parlayan şehir ışıkları, yüksek ihtişamlı binalar... Hepsi içerisinde yer alan, ben.

Bildiğim bir dize var hatırımda. Yalnız başıma yürüdüğüm patikadan geçerken, ağaçlar yapraklarının sesleri ile, kuşlar ciyaklamaları ile eşlik ediyordu bana. 'Küf kokulu, yeşil ve pis olmayı tercih ederim,
tatlı bir leylak kokusundansa. Yalnız, güçlü ve özgür kalabileceksem eğer; uzun, çirkin bir ot olmayı tercih ederim.' mırıldanıyordum. Xavier'ın ben gittikten sonra Maia'yı bulacağına emindim. Odamın içinde yer alan sandığın içine hançerimi ve not bırakmıştım. Maia'yı bir daha görüp göremeyeceğimi bilmiyordum. Onunla bir şekilde konuşmam gerektiğini hissediyordum sadece. En sevdiğim hançerimi ona hediye etmiştim, Jason'ın benim için yaptığı bir hançerdi bu. O günden bugüne kadar asla yanımdan ayırmamıştım. Üstünde ejderha işlemesi vardı. Jason, ejderhanın beni her şeyden koruyacağını söylemişti. Hançerimi yanıma almazsam, öleceğimi söylerdi. Ancak bunlar için çoktan büyümüştüm. Kendimi herhangi bir hançer ile koruyabilirdim. Ancak Maia kendini savunamazdı, en azından onu iki yıl önce işler böyle yürüyordu.

Uzun vadiden geçerken, acıktığımı fark ettim. Uzun süredir avlanmıyordum, bu konuda hala iyi olduğumu ummaktan başka seçeneğim ne yazık ki yoktu. Ok ve yayım sırtımdaydı. Küçük, beyaz bir tavşan önünde duran yeşilliği yiyordu. Yayımı olabildiğince gerdim, esen rüzgar kulaklarımdan gözlerimin içine kadar giriyordu. İçime çektiğim havayı ciğerlerime doldurdum. Soluğumu kestim ve okumu fırlattım. O sırada patlama sesine benzeyen bir ile yere düştüm. Ellerimi kafamın arasına aldım ve tavşanın önümden kaçışını izledim. Yayımı yere doğru fırlattım bir yandan gelen gürültünün nedenini merak ediyordum. Burada bir sürü safkan barbar olduğunun farkındaydım ancak üstümde kalan elbise ve pelerin ile beni casus bir safkan sanmaları olasıydı. Bir ağacın arkasına geçtim. O sırada bir sürü at ve insan sesi duyuyordum. Nefesimi tuttum, beni fark etmemeleri gerekiyordu.

'Onu gördüğünü söylemiştin'

Bu Tyrell'ın sesiydi. Bütün vücudum kaskatı kesilmişti. Hala sesi toktu, ayrıca sinirli geliyordu. Ellerimi ağaca dayadım, beni gördüğü yerde öldüreceğinden şüphem yoktu. Nefes almaya korkmuştum, boğularak ölmem muhtemeldi. 'Onu gördüğüme eminim, bu onun ok ve yayı. Belli bir şeyler avlamaya çalışıp başarısız olmuş.' diyordu yanındaki sesininden hatırlayamadım kişi. Bir süre suskunluk olmuştu. Tyrell derin bir nefes aldı. 'O burada, hissediyorum. Rosalind asla atış kaçırmaz, gürültü ile irkilmiş olmalı. Etrafı arayın.' Bütün dünya yavaşlamış gibiydi. Ellerimi buz kesmişti, ne yapmam ne demem gerektiğini bilmiyordum. Öylece duruyordum. Kaçmam gerektiğini hissediyordum, ancak nasıl yapmam gerektiğini bilmiyordum. Ağacın arkasından dümdüz koşmaya başladığım an da Tyrell'ın sesini duymuştum. 'Orada!' diye bağırıyordu. Ayaklarım sadece koşuyordu, daha fazlasını yapamıyordu. Kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu. Rosalind Wouters asla kaçmazdı. Gözlerimin önünden geçen Xavier'ın tatlı ses tonu. Son sözleriyle bana verdiği veda öpücüğü. Asla bir daha göremeyeceğim Jason. Ayaklarım sadece koşuyordu, ciğerlerim patlıyordu, ağzım olabildiğince açıktı.

Güneş, olabildiğince sıcaktı. Hafif esen meltem, hoş bir melodi tutturmuştu. Huzurluydum, yanımda Jason duruyordu. Uzandığımız kırlıkta Jason ellerimden tutuyordu. Diğer eli saçımın arasında geziniyordu. Gözleri bütün her şeyden daha güzeldi. Kusursuz yüz hatları ve sıcak gülüşü ile bana doğru bakıyordu büsbütün. Kendimi biraz daha ona yaklaştırdım, elimi çektim ve tam kalbimin üstüne koydum. Gözleri öylesine anlamlı ve buğuluydu ki, sözcüklere ihtiyaç duymuyorduk. Dudakları bir kiraz kadar kırmızıydı, keskin yüz hatları bir heykeltıraşın elinden çıkmış olmalıydı ancak. 'Rosalind.' buğulu ses tonu, bütün kalbime işlemişti. O sahip olabileceğim, en harika şeydi. Kollarının arasına aldı bütün bedenimi, sımsıkı sarılıyordu bana. Kimsenin asla sarılamayacağı gibi. 'Seni seviyorum, Rosalind Wouters.' bunu bana söyleyen ilk kişiydi. Dudaklarıyla buluştu dudaklarım. O an Dünya hiç olmadığı kadar harikaydı. Gelen ayak tıkırtıları üzerine Jason bana baktı. 'Kaç Rosa, kaç!' Sadece bağırıyordu, ayaklarım olabildiğince hızlı koşuyordu. Olmadığı kadar hızlıydım sanki o an. Bulutların üzerinde koşuyormuş gibiydim. Öylesine hafif, öylesine hızlı.

Ayaklarım öylesine yorulmuştu ki. Arkamdan gelen onca kişiye karşı yapabildiğim tek şey koşmaktı. O an inanılmaz bir acı, sırtıma saplandı. Ayaklarım yavaşlıyordu, durmamaları gerektiğini söylüyordum ama beni dinlemiyorlardı. Sadece duruyorlardı. Bedenimi hissetmem imkansızlaşmıştı. O an, olmadığım kadar ağır hissediyorum vücudumu. Olmadığım kadar acı çekiyordum. Gözlerimden yaşlar akıyordu, bir süre yuvarlandıktan sonra bir kayaya çarpıp durmuştum. Gözlerimden yaşlar akmaya devam ederken, sonsuz bir acı sırtımdaydı. Okun hala orada saplı olduğunu hissediyordum. Tyrell ve birkaç kişi daha yanıma gelmişti. Ayak yardımı ile vücudumu ona doğru çevirdi. 'Ata bindirin, gidiyoruz.' dedi. Uzun saçları, kısacık olmuştu. Yüzünde, oldukça derin bir yara izi vardı.

Gözlerimi açtığım zaman ellerim zincirler ile bağlanmıştı. Çivili zincirler, bütün bileklerimi kesmişti. Kanlar akarken o kadar çok yerim acı çekiyordu ki, gerçekten hangisinin daha çok acıttığını kestiremiyordum. Üstümdeki bütün kıyafetleri yırtıp atmışlardı. Çırılçıplak bir şekilde otururken, gözlerimden akan yaşlara engel olmaya çalışıyordum. Ağlamamak istiyordum, ancak buna engel olamıyordum. Tek yapabildiğim çaresizlik için, sefil bir gurur ile öylece bağlı kalmaktı. Kabilede yer alan çoğu erkek bana bakıp çığlık atıyordu. 'Bu göğüsleri görmek için yıllarca bekledim.' diyordu biri, diğer biri buna takılıp çığlığı basıyordu. Hepsi gözlerini, vücuduma dikmiş oldukça rahatsız edici bir şekilde bakıyorlardı. Aralarından iri olan arka geçmiş, boynumu sıkıca kavramıştı. Zorla bana sahip olmaya başladığı zaman, yanan ateşe bakıyordum. Gözlerim uzaklara dalıp giderken, avazım çıktığı kadar bağırabildim sadece. O gece, adını bile bilmediğim onca erkek sıraya girmişti. Tyrell karşıma geçmiş bana bakıyordu. Elini havaya kaldırdığı zaman, herkes gitmişti. Yukarıdan bana baktığını hissedebiliyordum, göz teması kurmamak için her şeyi yapıyordum. 'Bana bak.'

Başımı havaya kaldırdım, gözlerim tamamen onun gözlerine bakıyordu. Tyrell yere çömeldi ve çenemden sıkıca kavradı, 'Sen bize ihanet ettin Rosalind.' oldukça ciddiydi. Hayır etmedim, demek istemiyordum. Yaptığım her şeyin arkasındaydım, pişman değildim. 'Bugün, öleceksin Rosalind.' dedi. Yüzünde oluşmuş bir tebessüm vardı. Bir şeyler söylememi bekliyor gibiydi. 'Muhtemelen.' diyebildim. Ağzımdan kelimeler zar zor çıkabiliyordu. Başımı kaldırdım ve aya doğru baktım. Dolunay vardı. Jason' da bir dolunay günü gözlerini kapatmıştı bu gaddar ve acımasız Dünya'ya. Gözlerimden akan yaşlar, kanayan yaralarıma damlıyordu. 'Ölüyorsun, Rosalind.'

Yanımda beni sarmalayan kolun içerisinde kendimi güvende hissediyordum. Güneş daha doğmamış, ay daha kaybolmamıştı. Hoş kokusunu hala içime çekebiliyordum. Xavier bana bakıyordu gözlerimi açtığım zaman. Her zaman ciddi olan yüzü, sabahın erken saatlerinde bile öyleydi. Gözlerimi açtığım zaman, bana hafifçe gülümsedi. Ellerini suratımda gezdiriyordu. Boynumu, yanaklarımı, dudaklarımı her yerimi öpüyordu. Hafifçe kokumu içine çekti ve gözlerimin içine baktı. 'Rosalind, uyan.'

Gün doğmuştu. Yanan ateş sönmüş, her yerim buz kesmişti. Yavaşta uykuya dalıyordum. Bu öylesine tatlı bir uykuydu ki, uyanmak istemiyeceğim türden olduğuna emindim. Hafifçe esen meltem, bana ninni söylüyordu. Göz kapaklarım öylesine ağırdı ki, açık tutmak imkansızdı. Son bir kez daha gözlerimi açtığım zaman karşımda Tyrell vardı. Elindeki kılıcını kalbimden içeriye soktuğu zaman gözlerim kapanıyordu. Bu çok hoş, tatlı bir uykuydu. 'Rosalind Wouters, asla ka...'
Rosalind
Rosalind
Ana Karakter

Mesaj Sayısı : 11
Kayıt tarihi : 06/09/16
Yaş : 27
Nerden : Derin orman.

https://tayfun.yetkinforum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Unutulmayan Hatıra Empty Geri: Unutulmayan Hatıra

Mesaj tarafından Xavier Çarş. Haz. 14, 2017 1:50 pm

Bir süre normal bir hızla ilerlememize rağmen o kadar sabırsızdım ki yarım saat sonra Maia'yı sırtıma almış ve koşmaya başlamıştım. Göğsümde çöreklenen kötü his hiç hafiflemiyordu, bu da endişemi kat kat arttırıyordu. Eğer Rosalind'e bir şey olursa... Bu tamamen benim suçumdu, başka kimsenin değil. Onu tek başına bırakmamalıydım. Bunu düşündüğümü anlasa omzuma bir yumruk atıp kendine bakabileceğini söylerdi eminim, yine de bu endişemi hafifletmiyordu. İki yıl boyunca Rosalind hep yanımdaydı, beni asla yalnız bırakmamıştı. Onun sayesinde tek başıma olduğum onca yılı unutabilmiştim. Her ne dersem diyeyim beni asla yargılamazdı, her zaman bana güvenirdi. Rosalind Wouters benim en iyi arkadaşımdı. Ben onu duygularını incitmiştim. Her ne kadar kimseye göstermese bile ben onun içindeki narin ve kırılgan tarafı bilen tek kişiydim. Ona söylediğim sözleri söylediğim anda pişman olmuştum ama zamanı geri alamazdım. Keşke geri alabilseydim, diye düşündüm kederle.

Maia içinde bulunduğu rahatsız edici pozisyondan şikayet edinceye kadar kayda değer bir yol almıştık. Ne kadar şikayet etmek istesem de Maia'nın duygularını inciteceğimi bildiğim için kendimi tuttum. Maia çimenlerin üzerine oturduğunda bana döndü.

"Neler olduğunu anlatacak mısın bana?" Bakışları sabırsız ve ciddiydi. Onu hiçbir şey demeden buraya kadar getirdiğimi biliyordum ama olanları ona anlatmak konusunda hala çekimserdim. Rosalind olsa soru sormaz ve işim halledilinceye kadar sabırla beklerdi. Maia'nın davranışlarını unutalı uzun zaman olmuştu, birisine kibar davranmak için kendimi zorlamayalı da.

"Biz... Bir tartışma yaşadık, Rosalind şehrin ona uymadığını ve dışarıda yaşayacağını söyleyerek şehirden ayrıldı. Ama o gittiği andan itibaren içime kötü bir his çöreklendi. Sanki başına kötü bir şeyler gelecekmiş gibi hissediyorum. Bu yüzden peşinden gitmeye karar verdiğimde dışarıdaki tören alayını fark ettim, sonrasını sen de biliyorsun." dedim hızlı bir şekilde konuşarak. Elindeki çiçeği çevirerek anlattıklarımı dinlemişti.

"Aslında... Ben yokken neler yaptığınızı sormuştum." dedi kısık sesle. Sanki sormaya utanıyor gibiydi.

"İnanması zor ama şehirdeki tek safkanlar biz değildik, şehrin yeraltı tabakasında safkanlardan oluşan çeteler hüküm sürüyor." Şaşkın bir şekilde bana baktı. Onun Adalet Savaşçıları'nın yanında geçen izole yıllarında bizim ne badireler atlattığımızdan haberi yoktu. "Yaşamımızı hırsızlık gibi şeylerle sürdürdük. Rosalind'in şehirdeki yaşamdan memnun olmadığını her zaman fark ediyordum ama Aurelia'yı terk edemezdik." Sesim cümlemin sonlarına doğru azalınca öksürerek bunu saklamaya çalışmıştım ama Maia'nın bütün dikkati üstümdeydi. "Neyse, terk edemezdik işte. Sanırım uzun zamandır bunu planlıyordu, bugün yaşadığımız münakaşa da onun harekete geçmesini sağladı."

"Tam olarak niye kavga ettiğinizi söylemedin. Sizin... Çok 'yakın' olduğunuzu biliyorum. İki yıldır beraber idare edebildiyseniz neden şimdi..." Ayağı kalktım ve Adalet Değneği'ni kemerime sıkıştırdım.

"Artık zaman kaybetmemeliyiz." dedim aksi bir şekilde. Onunla her konuştuğumda kendimi diken üstünde hissediyordum. Sanki beni sorguluyor gibiydi. Gerçekten bir Adalet Savaşçısı mı olmuştu? Onlardan biri. Biz iki yıldır hayatımızı kazanmak için çabalarken o böyle işlerle mi uğraşmıştı? Maia'ya olan kızgınlığımın yükselip beni ele geçirmesine izin vermedim. Bir görevimiz vardı. Boşa geçen her dakika Rosalind'den bir adım daha uzaklaşıyorduk.

Tekrar yola çıktığımızda Maia birkaç kere benimle konuşmaya çalışmıştı ama her seferinde onu aksi bir şekilde kesmiştim. Bir süre sonra denemeyi bırakmıştı.

Orman örtüsü zenginleştikçe hızım azalmaya başladı. Onun okunu bulduktan sonraysa Maia'yı sırtımdan indirip iz sürmeye başladım. İz sürmeyi Aurelia'da öğrenmem biraz tuhaftı ama kelle avcılığı zamanlarımızda oldukça işimize yaramıştı. Rosalind'in iz sürerken ne kadar profesyonel ve rahat göründüğünü hatırladım. Sanki bir oyun oynuyormuşuz gibi sakince delilleri değerlendirirdi. Rosalind'in okunu bulduktan sonra etrafı araştırmaya başladım. Okun biraz ötesindeki ağacın dibinde yabancı bir ok bulduğum zaman endişelerimin gerçek olduğunu anladım. Oku yerden alırken ok elimde parçalandı. Etrafımdaki hava çatırdamaya başladığında buna benim sebep olduğumu fark ettim. Gücüm giderek kontrolden çıkıyordu. Kendimi kontrol etmeliydim, bunu biliyordum ama öfke gözümü öyle bir bürümüştü ki görüşüm kırmızılaşmaya başlamıştı. Maia bana seslendiğinde kısa bir süre duraksadım ona baktığımda gözlerinin korkuyla açıldığını gördüm. Şu an ona canavar gibi görünüyor olmalıydım ama bu önemli değildi.

"Tyrell," dedim dişlerimin arasından, "Seni geberteceğim." Kafamdaki tek düşünce Rosalind'i bulmaktı, birden o kadar hızlı hareket ettim ki etrafım bulanıklaştı. Buna ben bile şaşırsam da Tanrı kısmım kontrolü ele geçirmiş gibiydi, onu sadece izleyebiliyordum. Karşıma bir uçurum çıkana kadar koştum, sonra tereddüt etmeden atladım. Yere doğru süzülürken arkamdan Maia'nın korku dolu çığlığını duydum, insan tarafım bunun önemli olduğunu söylese de o an gözüm sadece hedefime kilitlenmişti. Etrafımdaki orman örtüsü tanıdıklaşmaya başladıkça daha da hızlı gitmeye başladım. Safkanların kamp kurduğu yeri bulduğum zaman elimdeki okun parçaları yavaşça yere düştü. Gördüğüm sahneyi hazmetmeye çalışırken öylece donup kalmıştım. Gözyaşlarım bile akmıyordu. İnsani bilincim tamamen bir kenara itilmiş gibiydi. Bunu ben halledeceğim, dedi Tanrı kısmım. Benim olana zarar verenler, cezasını çekecekler.
Xavier
Xavier

Mesaj Sayısı : 11
Kayıt tarihi : 06/09/16
Yaş : 29
Nerden : Yer ve Gök'ün buluştuğu yer.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Unutulmayan Hatıra Empty Geri: Unutulmayan Hatıra

Mesaj tarafından Maia Çarş. Haz. 14, 2017 1:52 pm

Xavier insanüstü bir hızla yanımdan ayrıldığında Rosalind'in izini bulduğunu anlamıştım. Yine de gücünü kullandığı zaman parlayan gözlerindeki bakışlar bana haberlerin iyi olmadığını anlatmıştı. Gidebildiğim kadar hızla Xavier'ın peşinden gitmiştim ama ben oraya ulaşana kadar her şey bitmişti.

Ormandan benim olduğum yere kadar yayılan büyük patlamanın yaydığı toz bulutu yatıştığı zaman nihayet etrafı görebildim. Patlamanın çevreye verdiği zarar tayfun kadar fazla bile olabilirdi. Koskoca orman bir bozkıra dönüşmüştü adeta. Bütün ağaçlar köklerinden sökülmüş, çoğu parçalara ayrılmıştı. Kuş bakışı görebildiğim manzarada Xavier dışında sağlam hiçbir şey göremiyordum. Onun etrafında olan hiçbir şey tek parça kalamamış gözüküyordu. Sanki hiç var olmamışlar gibi.

Arkamdan gelen at nalı seslerini duyduğumda irkilip arkamı döndüm. Adalet Savaşçıları'nın bizi buraya kadar takip edebilmesini ister istemez takdir etmiştim. Atlarla da olsa ancak bize yetişebilmeleri aslında Xavier'ın ne kadar hızlı koşabildiğinin kanıtıydı.

Atından inen Ronan şaşkın bir ifadeyle Xavier'ın yarattığı yıkımı izliyordu. "O bir tanrı..." diye mırıldandı hayretle. İlk defa bir şey hakkında ondan daha fazla şey bilmenin verdiği kibirle kendimi tutamadan ona döndüm.

"Aslında... Bir yarıtanrı. Gök'ün oğlu." Henüz Ronan bir şey söylemeden arkasındaki kalabalıktan sesler yükselmeye başlamıştı. ' Kehanetteki kişi o! Düzeni getirecek kişi.' 'Kahin doğru söylüyormuş demek. Tayfun konusunda bizi uyarmadığından beri ondan umudu kesmiştik.' 'Kahinin barınağı buralarda olmalıydı, kontrol mu etsek?' Adalet Savaşçıları'nın gürültüsü önlenemez bir hal aldığında Ronan onları susturmayı denedi ama sesi kalabalığın arasında kayboldu. Hala otoritesini korumak konusunda sorun yaşadığını görmek beni mutlu etti. Sürekli etrafındakilerin ne söylediğini önemsediği için liderliğe uygun biri olmadığını düşünüyordum içten içe. Adalet Savaşçısı Martel ile arasındaki fark da buydu zaten. Ağzımdan çıkan kıkırdamayı önleyemedim ve Ronan'ın bakışlarını üstüme çektim. Neler olduğunu yeni hatırlamış gibi gözlerini kısarak bana baktı.

"Seninle daha işimiz bitmedi, Aurelia'ya dönene kadar bekle sadece."

Onun laflarının beni korkutmasına izin vermemeliydim, biliyordum ama titremeden edemedim. Bu hareketimi görünce yüzüne yayılan gülümsemeden tekrar nefret etmiştim. Yine de Xavier'la olan karşılaşmam eskiden nasıl biri olduğumu hatırlatmıştı bana. Ronan'ın karşısında sinmek istemiyordum artık.

"Ben Xavier'ı almaya gidiyorum, atını almamda sakınca yoktur umarım." Onun tepki vermesine fırsat vermeden indiği atına bindim ve atı uçurumun kenarındaki ince yoldan aşağı sürmeye başladım. Aklıma Aurelia'ya gelmeden önce bulduğumuz atın gelmesine engel olamamıştım. Ne kadar da güzeldi... Üçümüzün birlikte olduğu günler ne kadar da değerliydi aslında. Gözlerimden akan yaşlar rüzgarla yanaklarımdan geriye doğru süzülürken Rosalind ile yaşadığım bütün anlar gözlerimin önünden geçti. İlk karşılaştığımız zaman ondan ne kadar korktuğum, Xavier sayesinde iletişim kurabilmemiz, bana avlanmayı öğretmesi, beraber ava çıkmamız... Bana yaklaşımı arkadaşça olmasa da içinde hep iyi biri olduğuna inanmıştım. Ve artık o gitmişti. Yoktu. Bu dünyada değildi. Beynim buna inansa da kalbim henüz inanmıyordu. At bir yerden sonra durdu. Gitmek istemiyor, tuhaf bir şekilde kişniyordu. Onun üzerinden indim yavaşça Xavier'ın yanına yürümeye başladım. Patlamanın etkisini ilk gösterdiği yer burasıydı, bütün bitki örtüsü tamamen yanmış, çember şeklinde bir hat oluşturmuştu. Topraktan tüten dumanlardan çıkan ısı hala ayaklarımın altında hissediliyordu. Xavier'ın görüntüsü gözümün önünde daha da belirginleştikçe onunla ilgili bir şeylerin iyi olmadığını anlıyordum. Titriyor gibiydi.

"Xavier-" diye fısıldadığım sırada yere çöktü. Gözlerinden akan yaşların yeri ıslattığını görebiliyordum. Yumrukları toprağı kavramıştı. Ona dokunmaya çalıştığımda genizden gelen tuhaf bir çığlık kopardı. İrkilerek geri çekildim. Bu bile bana "Dokunma bana!" diye bağırdığındaki kadar incitmemişti beni. Ne yapacağımı bilemez halde onun önünde durdum. Onu ilk defa ağlarken görüyordum. Döktüğü her gözyaşı kalbime saplanan bir bıçak gibiydi. Onunla beraber ağladığımı fark ettiğimde dalgınca cebimden Ronan'ın mendilini çıkardım. Xavier'ın önüne diz çöküp, yavaşça gözyaşlarını sildim. Bana tekrar bağıracağından korksam da sadece ağlıyor ve arada anlaşılmayacak şeyler söylüyordu.

"Etrafımdaki h-her şeye... Zarar veriyorum. Her şeyi öldürüyorum." dediğini duyabilmiştim sadece. Onun böyle söylemesi sadece daha da şiddetli ağlamama yol açtı. Xavier'ın acılarını dindirebilmeyi diledim ama bunu ancak tanrılar yapabilirdi.

"Bu yüzden benden uzak durmalısın, Maia." dedi biraz daha sakinleşince. İsmim, o söylediği zaman kulağa o kadar değişik geliyordu ki, söylediklerini odaklanamıyordum bile. Onun dediklerini anlamak istemiyordum.

"Bunca yıl sonra, seni bulmuşken bir daha kaybedemem." dedim kararlılıkla. "Sevdiğim birini bir daha kaybedemem." Rosa, diye düşündüm acı içinde. Etrafımızdaki yanmış otlara bakarak. Seni seviyorum, Rosalind. Huzur içinde yat.

Ayağı kalkıp Xavier'ın etrafında gezindim ve bu sabah Ronan'dan duyduğum ilahinin anlayabildiğim kısımlarını tekrarlamaya başladım. Yer ve Gök, sen bu kulunu kutsa...

***

Sonunda Xavier'ı ata binmeye ikna edebilmiştim. Atı süren bendim ve o arkamda yarı ölü gibi dururken yola odaklanmaya çalıştım. Onu Ronan'a götürmek doğru bir fikir miydi emin değilim ama benim de aklım yerinde değilken Xavier'ı götürebileceğim en güvenli yer orasıymış gibi gelmişti. Ronan kötü bir insan olabilirdi ama bir tanrının oğluna sırt çevirmezdi.

Adalet Savaşçıları'nın olduğu yere geldiğimizde hepsinin dizlerinin önüne çöktüğünü gördüm. Biraz tuhaf bir görüntüydü. Sadece Ronan, Xavier'ın inmesine yardım etmek için yanımıza geldi, onu gören Xavier'ın bakışları sertleşti, attan atlayarak yere indi. Gözlerinde hala tanrısal parıltının izleri vardı. Kızgın olunca gerçekten bir tanrı gibi göründüğünü kabul etmeliydim. Onu tanısam bile ben bile ormanda ondan korkmuştum. Yine de şimdi kızması için bir sebep göremiyordum. Tuhaf bir sebepten Ronan'dan hoşlanmıyor olmalıydı. Ronan ise Xavier'a Güneş'i görmüş gibi bakıyordu.

"Seni Adalet Savaşçıları adına selamlamaktan onur duyarım, Gök'ün oğlu Xavier." dedi Ronan, tek dizinin üzerine çökmüş ve sağ elini kalbine doğru götürmüştü. Xavier'a evlilik teklif ediyor gibi görünüyordu. Xavier olayı anlamak istermiş gibi etrafına bakındı. "Size hizmet etmek bizim için bir onurdur." diye devam etti Ronan, ayağı kalkarak.

***

Birkaç dakika sonra atlara binmiş, Aurelia'ya doğru yol alıyorduk. Xavier'a bir at verilmiş, ben de Ronan'ın arkasında yolu geçirmeye mahkum edilmiştim. Ne kadar Xavier'ın yanında olmak istesem de Ronan ikimizin 'sözlü' olduğunu belirtmiş ve beni göz önünde tutmak konusunda başarıya erişmişti. Xavier'la aynı atta olursak kaçabileceğimizi düşünmüş olmalıydı. Beni Xavier'a karşı kullanmasından endişelenmeye başlamıştım. Bir kez daha ona yük oluyormuş gibi hissediyordum. Başımı çevirip boş bakan gözlerini yola dikmiş Xavier'a baktım. Yine de onu tekrar görmek beni yaşama döndürmüş gibi hissediyordum. Şu an Ronan'a tutunmak zorunda kalmak bile beni çok rahatsız etmiyordu neredeyse. Ronan'ın başını yana çevirip "Kurtulduğunu sanma." dedikten sonra tekrar önüne dönmesiyle yaşadığım kısa mutluluğun sönmesi bir olmuştu. Neredeyse, diye düşündüm iç çekerek.
Maia
Maia
Ana Karakter

Mesaj Sayısı : 17
Kayıt tarihi : 06/09/16
Yaş : 26

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Unutulmayan Hatıra Empty Geri: Unutulmayan Hatıra

Mesaj tarafından Callisto Çarş. Haz. 14, 2017 1:53 pm

'Ahhh! Nerede bu lanet olasıca karahindiba? Lanet olasıca şeyi buraya koymuştum, nerede bu nerede?' Çılgınca bağırıyordum. Oraya koyduğuma emindim. Elime gelen bütün kazanları yere fırlattım, o lanet olasıca karahindibayı nereye koymuştum? Etrafta delicesine dolaşırken, sevgili kuşum Oria mağaradan içeri doğru girdi. Ağzında küçük bir not taşıyordu. Bana her zaman berbat notlar getirirdi, neden onu hala kızartma yapmadığımı bilmiyordum. 'Ah, lanet notu oraya bırak ve bana karahindibamı bul!' Etrafta dolaşırken Oria asla yerinen kıpırdamamıştı. 'Aptal kuş.' dedim yerdeki taşa vururken ayağımı. Oria ağzında karahindiba ile geldiği zaman ağzından kaptım. 'Hah işte buldum!' deyiverdim. Etrafımda dönerken karahindibayı kazana attım. Büyük bir duman çıktı. 'Misafirlerimiz için çorba yaptım, bana öyle bakma!' dedim Oria'ya. Mağaranın kapısından uçup gitmişti öylece, ne kadar da kabaydı! Üstümü değiştirmem gerektiğini hissediyordum, kızıl kıvırcık saçlarımı kurutulmuş yarasa kanadı ile tutturmuştum. Bu benim yaptığım harika bir tokaydı.

Üstüme diktiğim elbiseyi geçirdim. Ne kadar da hoş kokulu, güzel bir gündü. Mağaradan çıktığım gibi, güneş gözümü kamaştırıyordu. Bu yüzden asla mağaradan çıkmazdım. Güneşten nefret ediyordum, bütün sırları açığa vuruyormuş gibi hissediyordum. 'Rosalind'in ölmesi iyi oldu aslında. Orada ona yardım etmemem mantıklı bir seçimdi, babam yardım etmem gerektiğini yazmıştı. Nasıl da saçmalamış, yaşlı bunak!' ağaç ile konuşuyordum. Dallarını esen rüzgar ile oynattım. O da benim gibi düşünmüştü, bunu anlayabiliyordum. 'Yaşlı meşe, sincaplara dikkat etsen iyi olacak. He he he.' Gülerek uzaklaştım. Temiz havayı içime doldururken bir an duraksadım. 'Lanet girsin, Ronan buraya gelmeyecek. Ayyaş herif.' Mağaraya doğru koşmuştum. O kadar hızlı koşuyordum ki, etrafımdaki her şey rüzgarımdan yıkılıyordu adeta. Deri çantamın içine bir kaç şey koyduktan sonra boynumdan astım. 'Doğru Aurelia'ya Koki!' dedim atın üstündeyken. Beyaz tüylerinin üstüne sanki ona ait olmayan siyah bir tüy geçiyordu. Öylesine eşsiz duruyordu ki, Koki'yi bu yüzden seviyordum. Her zaman gitmem gereken yerlere yetiştirmeyi başarmıştı beni. Yaşlı Ryton taze yeşilliklerini getirdiği dakika, hemen yanına götürebilmişti beni. Uzun bir patikadan geçiyorduk, öylesine uzun bi patikaydı ki sonunu görebilmem imkansızdı adeta! Yeşil ağaçlar patikanın yanına yerleşmişlerdi. Adeta yol gösteriyorlardı bize. Ancak bir süre sonra ağaçlar seyrekleşmeye başladı. Tepeliğe çıkınca bunun sebebini anlamıştım. Yükselen binalar ardında, ağaçlara yer kalmıyordu. Doğayı hiçe saymak, marifet gibi geliyordu onlara. Bu yüzden asla Aurelia'da yaşamayacaktım. Buraya adımımı atmak bile yeterince kendimi kötü hissettiriyordu.

Bazen kendimi öylesine yalnız ve huzurlu hissediyorum ki, buraya adım attığım anda bunun değişmesi beni ürkütüyor. Umurumda olmayan, bir sürü insanın hayatına giriş yapma düşüncesi beni delirtecek gibi oluyor. Bilirsiniz, kimsenin hayatının berbata dönmesi ya da harika olması beni ilgilendirmiyor. Ve bir şekilde şu an zorunlu olduğumu hissediyorum. Büyük ihtişamlı kapıdan geçerken, insanların kibirli ve egolu kokuları burnumu rahatsız etmişti. Bir an düşüncelerim duraksamıştı. Korkuyordum besbelli. Daha önce ailem ve Ryton'u saymazsak bir insan ile iletişime geçmemiştim. Bu beni ürkütüyordu belki de, bu yüzden her şeye bahane bulmaya çalışıyordum. Bundan emin değilim, gerçekten emin değildim. Ne diyecektim, 'Rosalind'in ölmemesini sağlayabilirdim ancak bunu hiç canım istemedi. Kusura bakmayın lütfen.'

Büyük, beyaz süslemeli binanın kapısında bir iki muhafız bulunuyordu. Çıplak ayaklarım ile, onların süslü ve cilalı ayakkabıları arasında gözüm gidip geliyordu. İrice, iki adam kırmızı işlemeli, oldukça zengin duran kıyafetlerinin arkasına sığınırcasına bana güldüler. 'Hey köle, buranın etrafında nefes alman bile yasak!' kahkaha atıyorlardı. Duraksamıştım. Yüzümde oluşan tebessüm ile adamın yüzüne erişebilmek için ayakkabılarının üstüne bastım. Yakınlaştım ve elimi alnına dayadım. 'Neden, eşini yanındaki adamın eşiyle aldattığını söylememem gereksin anlamıyorum.' deyiverdim. İki adım geri geçirdikten sonra yüzlerinde oluşan şaşkınlığa bakıyordum. 'Yalancı!' dedi aldatan adam. 'Zaten senin gibi bir şerefsizden şüpheleniyordum!' dedi aldatılan adam. Kavgalarını fırsat bildiğim an, kapıdan içeri zıplayarak girdim. Büyük beyaz bir halı, çiçek motifleri ile işlenmişti. Duvardan çıkan yüksek sütunlar, özenerek yapılmış dekorlar, kusursuz atmosfer ve burnuma gelen vanilya kokusu beni etkilemişti. Yanda oturan uzun kahverengi saçlı kadın, saçını örerek boynundan aşağı sarkıtmıştı. Çaldığı, adını bilmediğim kocaman telli çalgı da iyi olduğunu tahmin edebiliyordum, kulağa büyülü geliyordu. Ayaklarım, yerdeki halının yumuşaklığının verdiği harika hissiyat ile kendimi yere atma refleksini doğurmuştu. Kendimi durdurdum. İçeri doğru yürüyordum. Herkesin bana baktığını, kıkırdadığını hissedebiliyordum.

İkinci kat, soldan dördüncü oda.

Yıllar önce babam söylemişti bana. Şu an, ayrıntıların ne kadar değerli olduğunu anlıyordum. Bitmek bilmeyen merdivenlerden koşar adımla çıkarken bir kolun beni göğsümden kavraması ile durmuştum. 'Merhaba Ronan.' adam bütün şaşkınlığı ile bana bakıyordu. 'Bilirsin, kahinim. Görüşmem gereken önemli kişiler var. Önümden çekilirsen, lütfen. Evet böyle.' Bütün şaşkınlığını arkada bırakmış, merdivenlerden devam ediyordum. Yeniden yanıma geleceğine emindim, ancak o bu an değildi. Önce öğrenmesi gereken buraya nasıl girdiğim idi.

Odanın içine girdiğim zaman Maia yerinde yoktu. Oda bomboş ve dağınıktı. Onun olduğuna emin olduğum birkaç üstü duruyordu sadece. Masasının üzerinde yazdığı bir kaç not, topladığı çiçekler - ki bunlar çoktan solmuştu dışında bir şey yoktu. Zamanı karıştırmış olmalıydım, bu oda olduğuna ve burada onu bulacağıma neredeyse emindim.' Doğru ya, Xavier ve Rosalind'in evine gitmiş olmaları gerek.' odanın kapısını açtığım gibi merdivenin korkuluklarından kayarak aşağı indim. Büyük, demir kapı sonuna kadar açıldığı zaman güneş aynı rahatsız ediciliği ile gözlerimin içine girmişti. Ronan, kapıda duran adamları azarlıyordu. Beni gördüğü zaman donakalmıştı. Bütün soğukkanlılığım ile yavaşça ona doğru yürüdüm. 'Bir kahin asla alt edilemez Ronan, onları suçlama.' Ronan'ın gözü nefret ile dolmuştu. 'A-aslına bakılırsa, burada olacağını beklemiyorduk.' dedi. 'Kim ile beklemiyordunuz?' dedim. Böyle bir cevap beklemiyor gibiydi. 'Sen bunun cevabını düşünürken, halletmem gereken işlerimi halledeyim.' İki muhafız kıkırdamalarına engel olmamıştı.

Büyük binadan çıktığım zaman Aurelia'ın taşlı yollarında koşuyordum. İnsanların neden ayaklarına bir şey giyme ihtiyacı duyduklarını anlamıştım. Gerçekten taşlar can yakıyordu.
Callisto
Callisto

Mesaj Sayısı : 7
Kayıt tarihi : 02/12/16
Yaş : 27

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Unutulmayan Hatıra Empty Geri: Unutulmayan Hatıra

Mesaj tarafından Maia Çarş. Haz. 14, 2017 1:54 pm

Xavier eşyalarını toplarken küçük daireye pek göz atmamayı tercih etmiştim. Her yerde beraber yaşayan sevgililerin izlerini görüyor gibiydim. Odadaki büyük, çarşafı hala dağınık yatağa özellikle bakmamayı tercih ettim ve başımı çevirdim. Bu sırada Xavier masanın üzerindeki eşyaları topluyordu. Bir an dondu kaldı, sonra bir kağıdı yavaşça eline aldı ve okudu. Sert bakan gözleri yumuşamış gibiydi. Tam ona neler olduğunu sorarken elinde tuttuğu kağıdı ikiye böldü ve kağıdın yarısını ve bana tuhaf bir şekilde tanıdık gelen bir hançeri bana doğru uzattı.

"Rosalind, sana bırakmış." dedi sadece. Bir an şaşkınlıktan hiçbir şey söyleyemedim ama Xavier iki nesneyi de sabırsızca elime bıraktı. Soğuk ve aksi davranışlarına hala sinirlensem de gözlerindeki hüznü gördükten sonra ona bir şey söyleyemedim. İki yıl boyunca üzüntümü içimde yaşamayı öğrenmiştim ama Xavier'ın bütün duyguları yüzüne yansıyordu. Sen dostunu kaybettin, dedi içimdeki mantıklı ses. O ise hayat arkadaşını. Onun üzüntüsüyle kendininkini bir tutma. Eve girdiğim anda aralarındaki ilişkiyi anlamıştım, kendimi aptal gibi hissetmekten alamamıştım. Bunca yıl, içimdeki küçük bir parçam hala umut etmişti. Xavier'ın bana karşı duyguları olduğunu. Ama bu boş bir oyalanmaydı sadece. Ulu Saray'da geçen sevgisiz iki yılda sevildiğim duygusunu yaşamak için benim uydurduğum bir şeydi. Xavier bana nazik davranıyormuş sadece, o kadar. Onun için ilk tanıştığı kişiden başka biri değilim. Maia, savunmasız, yardıma muhtaç, küçük bir kız. Oysa Rosalind onun dengiydi. Güzel, güçlü, zeki. Benim de idolüm gibiydi, bu yüzden Xavier'ın ona kapılmasını anlayabiliyordum. Rosalind gibi bir kız olsam bu kadar korkak biri olmaz, Ulu Saray'dan kaçmaya çalışırdım. Ronan'ın yaptığı işkencelere karşı kendimi savunabilirdim. İki yıl boyunca dayanıklılığım artsa bile kendimde bu gücü bulamamıştım. Ben kahraman olmak için uygun biri değildim. Oysa Rosalind, o çoktan bir kahramandı zaten. Xavier'ın hayatının da baş kahramanıydı anlaşılan.

Kendimi kişisel dramalarımla boğmak istemediğim için dikkatimi Rosalind'in hediyesine çevirdim. Elimde duran hançere iyice göz attım. Siyah sapı çevresine dolanmış bir deri sayesinde kısmen korunuyordu. Hançerin bıçağı ise simsiyah obsidiyendendi. Hançerin üzerindeki ejderha oyması büyük bir özenle yapılmış gibi duruyordu. Çok değerli olmalıydı. Ne kadar ağlamak istemesem de gözlerimden yaşların düşmesine engel olamadım. Bu Rosalind için çok değerliydi. Rosalind bunu bana bıraktı. Ölüme giderken bile beni düşündü. Dudaklarımın arasından bir hıçkırık kaçtı. Şu ana kadar onun benden nefret ettiğini düşünüyordum. Aslında o bana nasıl da değer veriyormuş! Titreyen bacaklarım beni daha fazla taşıyamadı ve yere çöktüm. "...Rosa..." diyebildim hıçkırıklarımın arasında. "Rosa... Keşke tanrılar senin yerine benim canımı alsaydı..." diye haykırdım.

"Öyle deme," dedi arkamdan bir ses. "Sen tanrıların rahibesi sayılırsın sonuçta, isteğini ciddiye alabilirler." İrkilerek arkamı döndüm. Döndüğümde hiç beklemediğim bir manzarayla karşılaştım. Boyu benden biraz kısa, bembeyaz tenli, kıvırcık kızıl saçlı bir kız duruyordu önümde. Yüzü sevimli gibi görünse de ifadesi hiç öyle değildi. Gözleri muzipçe bakıyor, çılgınca etrafı tarıyorlardı. Ben onun kim olduğunu sormak üzereyken konuşmaya başladı.

"Ben Callisto, kahinim. Bu açıklamayı yaptığımı da görmüştüm o yüzden bu olayı tekrar yaşamak istemediğim için kısa keseceğim. Şimdi şu dolabın ardından Xavier çıkacak. Ah! Merhaba Xavier. Görülerimden bile yakışıklıymış, gerçekten." Ona şaşkın şaşkın bakarken yanıma yaklaştı. İstemsizce gerilememle dudaklarının yukarı kıvrılması bir oldu.

"Sen Maia'sın. Evet, seni görmüştüm. Bayağı büyümüşsün gerçi, görümde bir bebektin. Babanın kucağında, ah evet öyleydi galiba." Gözlerim heyecanla açıldı ve kollarını tuttum. Benim hakkımda neler biliyordu böyle? Gerçekten kahin miydi? Tanrıların önemli olayları insanlara bildirmek için gönderdiği yüce varlıklar. İlk insandan beri var olan bu soy, bu kızla mı devam ediyordu yani? Böyle... Tuhaf bir kızla. Tanrılar ilginç seçimler yapıyordu. Ben bunları düşünürken kız tutuşumdan yavaşça kurtuldu ve bakışlarını Xavier'a çevirdi. Gözlerinde bir heyecan pırıltısı vardı. Daimi gülüşü daha da derinleşti sanki.

"Bu anı uzun zamandır bekliyorum." dedi yavaşça. Xavier'a o kadar yaklaştı ki burunları neredeyse birbirine değiyordu. Xavier'ın duruşundan gerildiğini anlasam da bir tepki vermekten kaçındı. Kahin onu uzun uzun inceledikten sonra aniden bana dönerek beni irkiltti.

"Ronan gelmeden önce elindeki kağıdı okusan iyi olur." dedi hızlıca. "Bu arada notun diğer kısmı Xavier'da çünkü Rosalind başta ona hitaben bir şeyler yazmış. Hoşuna gitmeyecek şeyler değil, sadece Xavier'ın bilmeni istemeyeceği şeyler." Gözlerimi şaşkınca kırpıştırıp ona, ardından Xavier'a baktım. Xavier'ın gözleri de faltaşı gibi açılmıştı. Bir an bakışlarım onda oyalansa da zamanımın kısıtlı olduğunu hatırladığım an gözlerimi kağıda çevirdim.

Maia,
Seninle hiçbir zaman yıldızlarımızın barışmadığını biliyorum. Farklı insanlarız. Buna rağmen, tuhaf ve anlaşılmaz bir şekilde kendimi sana karşı sorumlu hissediyorum. Bu hançer bana Jason'dan hatıra. Bunu sana bırakmak istiyorum. Birbirimizden ayrı kaldığımız bu iki yılda ne kadar değişirsen değiş, buna ihtiyacın olacağını biliyorum. Ne olursa olsun, için hep aynı kalacak. Şunu da bilmeni istiyorum, seni affediyorum.

Son bir şey daha, benim için Xavier'ı korumanı istiyorum. Fiziksel olarak çok güçlü olabilir ama kalbi senden başka kimse tarafından korunamaz, bunu biliyorum. Sizin yanınızda olmasam bile beni en mutlu edecek şey, en çok sevdiğim iki kişinin birbirinin yanında olması.

Lütfen, ona iyi bak.

Dostun, Rosalind.

Okuduğum mektupla birlikte hissettiğim duyguları yaşayamadan kapının çarpma sesiyle irkildim.

"Callisto, işte buradasın, tahmin ettiğim gibi." Ronan gelmişti, aynı onun söylediği gibi. Bir Adalet Savaşçısı taburu odayı doldururken Ronan göz ucuyla beni fark etti. Elimdeki hançere kısa bir bakış attıktan sonra ilgisini tekrar odadaki diğer kişilere yöneltti. Zaten ağlamam yeni bir şey değildi onun için, hiçbir zaman da umrunda olmamıştı.

"Şehrime böylece dalıp babanda bulunan kahin rütbesini kendi üzerine alarak etrafta koşturarak ne yaptığını sanıyorsun?" Ronan kızgın bir şekilde ellerini göğsünde kavuşturdu.

"İlk önce, burasının senin şehrin olmadığını belirteyim. Hatta -burada gözleri Xavier'a dönmüştü- senden çok onun şehri bile diyebilirim. İkinci olarak da, babam öldü. Yani bir süredir. Bir süredir ölü. Bu yüzden bence kendime kahin dememle ilgili bir sıkıntı kalmadı. Yani istediğimi yapabilirim, sonuçta ben senin tanrılarının gönderdiği bir hediyeyim, değil mi? Aynı buradaki yarı tanrı arkadaşım gibi." Elini rahatça Xavier'ın koluna koydu. Elimdeki hançeri kavrayışımın sıkılaştığını fark etmedim. "Benim ailemin soyu, onun varlığından bile önceye dayanıyor hatta." Rahatça omuz silkti. Bunu önemsemiyor ya da yeni fark ediyor gibi görünüyordu. Ronan bir şey söylemek için ağzını açtı, ardından beni oldukça şaşırtarak, kapattı. Bu kız Ronan'ı bile çaresiz bırakabiliyordu. Bu kadar sinir bozucu bulmasam belki de onu sevebilirdim. Callisto Ronan'ın bu hareketinin ardından bir kahkaha koyvermişti. Uzun zamandır bir kahkaha duymadığım için mi, yoksa gerçekten güzel bir sesi olduğu için mi bilmem, kulağıma bir kuş cıvıldaması gibi gelmişti.

"Neyse, Xavier da Ulu Saray'da yaşamaya başlayacak, ben de ona katılmaya karar verdim. Galiba kıyafetim buraya biraz uygunsuz kaçıyor, Rosalind'in giysilerini giymem sorun olur mu?"
Maia
Maia
Ana Karakter

Mesaj Sayısı : 17
Kayıt tarihi : 06/09/16
Yaş : 26

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Unutulmayan Hatıra Empty Geri: Unutulmayan Hatıra

Mesaj tarafından Callisto Çarş. Haz. 14, 2017 1:55 pm

Xavier, öylesine sinirli ve agresif gözüküyordu ki sorumun cevabını bilmem gerekiyormuş gibi hissediyordum. Rosalind'in dolabını açtığım zaman bir sürü kıyafet vardı. 'Bingo! Bu kırmızı elbise bana çok yakışacak, ayrıca şu ayakkabılar ayaklarıma tam uygun.' Maia elimden almak için hamle yaparken bir adım geri çekildim. 'Neden böyle yapıyorsun ki! Daha , iki yılı çok güzel konuşacaktık. Ah, Xaviercığım şu geçen gece gerçekten harikaydınız. Rosalind'e beyaz çok yakışmıştı.' arkamı dönüp kıyafetimi üstüme tutuyordum. Ronan anlamsız bir şekilde bana bakıyordu. Arkamı döndüğüm zaman hepsinin gözleri üstümdeydi. 'Sorunun cevabını düşündün mü?' deyiverdim Ronan'a. O sırada üstümdeki elbiseyi çıkardım. Xavier ve Ronan gözlerini bana dikmişti, Maia sinir olmaya başlamıştı. Bu duygu bana iyi hissettiriyordu. Rosalind'in kıyafetini üstüme geçirdim. 'Xavier, lütfen bana yardım eder misin?' dedim. Saçlarımı elimle topladım ve sırtımı kapatmasını bekledim. Xavier'ın buna koşulsuz yapacağını biliyordum. Sırtımdan yukarı elbiseyi kapatmıştı. Maia bir laf edecek oluyordu, ancak kelimeleri sinirden birleştiremiyordu bile.

Evden çıktığımız zaman Maia'nın elinde hala hançer vardı. 'Anlayamıyorum Maia, neden aşık olduğun erkeğin eski sevgilisinin verdiği hançeri tutuyorsun?' ona bütün içtenliğim ile gülümsüyordum. Gözleri sulanmıştı, yavaşça sinirleniyordu. 'Sanıyordum ki Ronan ile evleneceksiniz.' son ana sıkıştırmıştım. Xavier, Maia'ya bakıyordu. Maia hançerini iyice sıkmıştı, bana saplamak için her şeyi vereceğini öylesine emindim ki. Ronan'ın yanına gittim. 'Sanırsam düşünmedin.' dedim. Ronan anlamsız bir şekilde bana bakıyordu. Buz mavisi gözleri, beyaz saçları onu öylesine renksiz gösteriyordu ki, Tanrı onu yaratırken renk katmayı unutmuştu sanki. 'Hangi soruyu?' dedi sesi fazlasıyla sert biçimde. 'Ah! Bir de kendine seçilmiş dersin bir soruyu bile hatırlamıyorsun!' yanından uzaklaştım. Şaşkınlık ile geçen, uzun yolun ardından insanlar bakmadan edemiyordu. Ronan'a baktım, 'Xavier ile aynı oda da kalmak istiyorum!' buna hayır demesine imkan yoktu, Maia ile Xavier'ı ayırmadığı sürece asla evlenemezdi. Bunu başarmasını tabii ki istemiyordum, ancak çıkarım için kullanmak için güzel bir andı. Xavier gözlerimin içine baktığı zaman saçlarımı arkaya doğru attım. Dudaklarımı ıslattım ve başımı yana doğru yatırdım. 'Yoksa hayır mı diyeceksin şekerli kurabiyem?' dedim.

Maia'nın odasına gittiğim zaman yatağında ağlıyordu. İçeri girdiğimi duymamıştı. Üstüne çektiği yorgan ile kendini dünyadan koparacağını filan sanıyordu. Çekmesinin içinde, kırmızı kadife kumaşın altına sakladığı defteri çıkardım. Sayfayı karıştırdım ve açmam gerektiği sayfayı buldum. 'Bazen, öylesine zor geliyor ki görmediğim şeye inanmak. İlk gittiğim günden beri, içimde oluşan pişmanlık ve kıskançlığın getirdiği öfke saf bir umuda bırakıyor kendini her defasında. Ahhh! Çok romantik ama.' dedim defterin sayfasını kapatırken. Saklandığı yorganının altından çıktı ve hançerini bana doğru fırlattı. Bir adım yana çekildim ve duvara saplanan hançere baktım. Hafif bir gülümseme ile ona doğru baktım. Yatağına emekleyerek geldim ve yüzlerimiz arasında bir parmaktan az bir mesafe kalmıştı. 'Bağışlıyorum.'

O akşam, büyük beyaz işlemeli masa bir ziyafet verilmişti. Masanın başına konulan altın varaklı tahta Ronan oturacaktı. Ronan oraya oturmak için büyük bir özenle odasında hazırlanırken yanına gittim. 'Burada olmaman gerekiyor.' dedi sert bir çıkışla. Etrafımda bir tur döndüm, 'Yarı tanrı masamızda olacakken en başka oturman ne kadar doğru kendini seçmiş Ronan?' dedim gülerek. Eliyle boynumu sıkıca kavradı ve duvara yasladı. 'Bana bak küçük kaltak, ne yapmaya çalıştığını bilmiyorum ama fazlasıyla canımı sıkmaya başladın. Seni öldürsem haberin olmaz.' dedi. 'Yardım edin lütfen, yard...ım edi...n l...ütfen!' ne kadar ses çıkarabiliyorsam o kadar ses çıkarabiliyordum ancak. Kapının önünden Xavier'ın geçeceğini biliyordum. Xavier kulağını kapıya dayadı ve içeri doğru girdi. Ronan benim boğazımdan duvara yaslarken gözlerimden yaşlar akmıştı. Beni bıraktığı gibi Xavier'ın boynuna sarılmıştım. 'Neden böyle yaptığını anlamadım, ben... ben sadece senin tahta oturman gerektiğini söylüyordum.'
Callisto
Callisto

Mesaj Sayısı : 7
Kayıt tarihi : 02/12/16
Yaş : 27

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Unutulmayan Hatıra Empty Geri: Unutulmayan Hatıra

Mesaj tarafından Xavier Çarş. Haz. 14, 2017 1:56 pm

Karşımdaki sahneyi özümsemeye çalıştım. Bir yandan Callisto biraz sinir bozucu bulduğum ağlamasıyla koluma yapışmışken, Ronan denen adamın kaşlarını çattığını gördüm. Bana Adalet Savaşçıları'nın arasında olduğundan çok daha farklı bakıyordu. Demek gerçek yüzü bu, diye düşündüm. Etrafımdaki hava çatırdamaya başlamıştı bile. Sakinliğimi korumaya çalışıp düşüncelerimi başka şeye yönlendirmeye çalıştım. Yine Maia'nın böyle birinde, onun yanında kalacak kadar ne bulduğunu anlamamıştım. Gerçi benim için de böyle değil miydi, yaptığım her şeye rağmen hala benden vazgeçmediğine göre? Kızın erkekler konusunda kötü bir zevki var, diye düşündüm ister istemez.

Callisto'nun söylediği şeyler de vardı. Benim yönetmem gerektiğini düşünüyordu. Benim, on sekiz yıldır bir hapishanede kalan ve hiçbir şey bilmeyen birinin. Yine de bunu ilk duyuşum değildi, Ulu Saray'ın koridorlarında benim duymadığımı sanıp arkamdan mırıldanan Adalet Savaşçıları'ndan da duymuştum bunları. 'Şuradaki kehanetteki kişi işte, Gök'ün oğlu.' 'Ah, ben seçilmiş kişinin tanrıların çocuğu olacağını düşünmüştüm.' 'Dikkatli düşün. Ne diyordu kehanette, 'tanrı kanı taşıyan kişi gelecek ve şafak şehrine gerçek şafağı getirecek.'

"Söyle bana, kehanete göre zaten Aurelia'yı yönetecek kişi ben değil miyim?" Bunu söylerken sesimin titremesine engel olamamıştım. Daha önce hiçbir şeye sahip olamayan biriydim ben, bütün şehri, bütün kıtayı mı yönetecektim? Buna inanmak benim için de zordu ama düşüncesi midemi ve kalbimi tuhaf bir heyecanla doldurmuştu. "Bunu bilmene rağmen kendini şehrin hakimi ilan etmişsin, değil mi? Her istediğini yapabileceğini mi sanıyorsun? Kendinden güçsüzlere -Callisto'ya baktım- zulmediyorsun, insanlarını iktidarını güçlendirmek için kullanıyorsun." Ellerim titremeye başlamıştı. Gözlerimin önüne bir perde inmiş gibi hissediyordum. Ronan beni şaşırtan bir şey yaptı. Güldü. Bana doğru yürürken kollarını kavuşturdu.

"Şimdi konuyu anladım. Yeni tanıştığın bir kız ya da hiç tanımadığın insanlara zarar vermem senin umurunda değil. Konu küçük kız, değil mi? Maia." Onun ismini söylediğinde gücümün etrafımda biriktiğini hissettim. Kontrolümü kaybetmemeye çalışarak derin bir nefes almayı denedim. Yine de nefesim boğazıma tıkandı. Callisto'nun arkamdan Maia'nın ismini söylediğini zar zor duydum. Sonra odadan çıktı. Dikkatimi ona yönlendiremeyecek kadar öfkeliydim.

Aramızdaki mesafeyi hızla kat ettim ve "Onun adını söyleme!" diye bağırarak Ronan'ı yakasından tuttum. Benden daha uzun olmasına rağmen benim yanımda küçülmüş görünüyordu. Gözlerinde dehşeti görünce tatmin olmuş gibi hissettim. Sonunda ne hissetmesi gerektiğini anladı, diye düşündüm. Tanrısının önünde saygılı olmalıydı sonuçta. Bir an sadece Callisto'ya yaptığı gibi, onu boğarak öldürmeyi düşündüm. Sonra herkesin beni ciddiye almasının daha iyi olacağını düşündüm. İnsanlara gücümü göstermeliyim, diye düşündüm. Beni ciddiye almalılar. Gök'ün oğlu olduğumu kanıtlamalıyım. Avucumun içinde biriken güç parmaklarımın kıvrılmasına sebep oldu. Tam harekete geçeceğim sırada kapının açılma sesini duydum. Ronan'ın bakışları kapıya yöneldi. Gözlerindeki korkunun arttığını görünce yakasını bıraktım ve arkama baktım. Callisto Maia'nın kolundan tutuyordu ama Maia beni görünce Callisto'nun kavrayışından kurtulup yanıma doğru koştu. Maia'nın bakışlarından kendi yansımamı görünce duraksadım. Göz bebeklerim ve irislerim birleşmiş gibiydiler, masmavi parlıyorlardı, yüzümdeki insandışı ifade tam bir canavar gibi görünmeme yol açmıştı. Ormanda beni gördüğü zamanki dehşet ifadesini hatırladım. O zaman da böyle görünüyor olmalıydım. Onu hep korkutuyordum, ona hep zarar veriyordum.

"Küçük kız, her zaman aptaldın ama daha da aptallaşmışsın, git buradan, çabuk!" dedi Ronan kesik kesik. Korkudan zor nefes almasına rağmen böyle bir şey söylemesi nedense beni daha da kızdırdı ve ilgimi tekrardan ona çevirdim. Hala herkese emir veriyordu, her şeyin hakimi gibi davranıyordu. Onu susturmalıydım.

"Hayır!" diye haykırdı Maia ve çılgınca beni engellemeye çalıştı. "Xavier, sen bu değilsin. Sen birini kasıtlı şekilde öldürmezsin. Ormandaki gibi olacak, lütfen! Ama bu sefer yüzlerce, binlerce insan ölecek. Lütfen, yapma." Sesinden ağlamaya başladığını anlamıştım ama yine de konuşmaya çalışıyordu. Ne kadar ona bakmak istesem de bakışlarımı ona çevirdiğim zaman kararlılığımın kırılacağını biliyordum.

"Beni hiç tanımıyorsun." diye mırıldandım. Kaç kişinin canını aldığımı hiç bilmiyordu. Ne yaparsa yapayım beni kendi gibi saf olarak görüyordu. Bunu dememe rağmen elini koluma koymaya yeltendiğinde kenara çekildim.

"Benden uzak dur!" diye bağırdım ona kalan irademin son damlalarıyla. "Rosalind'in cesedi ellerimde parçalandı." Ellerlerimi kaldırıp onlara baktım. Mavi güç alanı bir yıkım isteğiyle kıpırdanıyordu. "Onu ben parçaladım, ben! Yakınımdaki herkesi öldürüyorum, anlıyor musun? Bana dokunmaya devam edersen seni de öldüreceğim, biliyorum. Sadece buradan git. Şehri terk et. Bir daha seni görmeyeyim." Gözlerim yanmaya başladı. Sözlerimin kalanını sadece kendime itiraf edebilirdim. Çünkü kendimi kaybedeceğim.Tanrı tarafım baskınlaştığında bile Maia'nın fark edebilmiştim, beni eski halime döndüren de Maia olmuştu. Onu duyumsayabilmemin iyi mi kötü mü olduğunu anlamamıştım. Henüz güçlerimi kontrol edemediğim için kendimde olamıyordum ve o halimdeyken Maia'ya dokunsam bile... Bir saniyede bile onu tamamen kaybedebilirdim. Ölmesindense benden uzakta olması çok daha iyiydi. Gitmeli ve sakin bir hayat yaşamalıydı. Kendine sıradan bir insa erkek bulmalıydı. Her zaman istediği bahçesiyle ilgilenmeliydi. Bu tehlikeli yaşam ona göre değildi.

Bu sözlerimin arkasından ağlayarak odayı terk edeceğini sanmıştım ama onu tam önümde buldum. Ronan'la benim arama girmişti. Kısa boyuna rağmen başını kaldırıp direkt gözlerime bakıyordu. Tanrı kısmımın yansıması olan gözlerime. "Hayır." dedi. Sesi sakin ve kararlıydı. Bir an konuşan kişinin Maia olduğuna inanamadım. Gözlerindeki yaşlar kurumamasına rağmen bakışları sertti. "Bir daha asla senden uzaklaşmayacağım." Bunu dediği zaman tüylerim diken diken olmuştu, buna bir anlam vermemiştim. Etrafımı saran güç halesinin yavaşça solmaya başladığını fark ettim. "Seni koruyacağım. Onun ne demek istediğini anlıyorum. Seni kendinden koruyacağım. Burada olmamın bir sebebi var. Melez, işe yaramaz bir kızın kehanette bahsedilen yarıtanrının yanında olmasının bir sebebi var. Seni hükumdar yapmaya yardım edeceğim." Kaşları çatık, elleri yumruk şeklindeydi. Bir savaşçı gibi gözüküyordu. Tuhaf bir şekilde Rosalind'i andırıyordu bu hali. Düşündükleri kadar farklı değillermiş demek ki, dedi içimdeki bir ses. Artık etrafı normal bir şekilde görebildiğimi fark ettim. Nefesim düzene girmişti. Şu an tek istediğim Maia'ya sarılıp onu öpmek olduğu halde yumruğumu sıkarak geri çekildim. Ondan uzaklaşınca Ronan'ın bakışlarını fark ettim. Gözleri bilmiş bir şekilde parlıyordu. Yüzü hala bembeyaz olsa da bu bakışına anlam verememiştim. Maia ve arkasında Ronan'ı görünce ister istemez Callisto'nun söylediği başka bir şey aklıma gelmişti. Ulu Saray'a giderken ona Ronan ve Maia'ya söylediği sözlerin anlamını sordum. Evleneceklerini söylemişti. İkisinin arasında o zamana kadar böyle bir şey göremediğim için kafam karışmıştı. Tabii Maia'nın beni sevdiğini söylemesi de bunda büyük bir etkendi. 'Ulu Saray'ın bahçesinde bir düğün merasimi gördüm.' demişti omuz silkerek. 'Bahar gülleri açmıştı. Maia'yı gelinlikler içinde gördüm. Kendine göre güzeldi tabii. Ulu Saray'a gidince herkesin Adalet Savaşçıları'nın liderinin yeni gelen asi Maia'yla evlenmeyi planladığını duyduklarını söylediğini duyacaksın. Anlaşılan ağlak Maia Adalet Savaşçıları'na pek uyum sağlayamamış, Ronan iki yıldır onunla özel olarak ilgilense bile.' Tuhaf bir şekilde bana göz kırpmıştı. 'Neyse ne, kendimden başka biriyle bu kadar ilgilenmek beni yordu. Ayrıca bence biz ikimiz çok daha iyi bir çift olacağız onlardan, göreceksin.' Sonrasında atımın arkasından bana sarılmaya devam etmişti.

İkisi iyi bir çift mi olacaktı? Maia'yı başka bir erkekle daha önce hiç görmemiştim. Düşününce, ona yaptığım o kadar şeyden sonra hayatına devam etmesi normal olmaz mıydı? Böyle düşünsem de kalbimde kalmayan bir ağırlık vardı. Şimdi bencilliğin sırası değil, diye düşündüm. Maia bakışlarını hala benden ayırmamıştı. Yavaş yavaş arkamı döndüm ve az önceki halime karşı hala şaşkın olan Callisto'nun kolundan tutup onu kendimle birlikte dışarı sürükledim.
Xavier
Xavier

Mesaj Sayısı : 11
Kayıt tarihi : 06/09/16
Yaş : 29
Nerden : Yer ve Gök'ün buluştuğu yer.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Unutulmayan Hatıra Empty Geri: Unutulmayan Hatıra

Mesaj tarafından Maia Çarş. Haz. 14, 2017 1:56 pm

Oda sessizleştiğinde yaşadığım şoktan yavaşça kurtulmaya başladım. Yaptığım şeye ben bile inanamıyordum. Bunları yaparken çok da kendimde hissetmiyordum zaten. Sadece Callisto beni yaka paça odaya sürükledikten sonra Xavier'ı gördüğüm zamanı hatırlıyorum. Onu tekrar Derin Orman'daki gibi görmek, içimde benim bile var olduğunu hissetmediğim bir tarafımı harekete geçirmiş olmalıydı. Gitmek için hareketlendiğimde Ronan'ın sesi beni durdurdu.

"Burada kal." dedi sadece. Arkamı döndüğümde ona baktım. Az önce bir yarıtanrının tehdidine uğramamış gibi soğuk görünüyordu. Her zamanki gibi, tam bir heykeldi. Saraydaki herkes onu mükemmel bulabilirdi ama benim için içi boş bir heykel gibiydi. Güzeldi ama soğuktu. Bu yüzden onun bakışından etkilenmemiştim. Az önce bir yarıtanrıya karşı durmuştum, Ronan'ın beni korkutması gerçekten zordu. O da bu düşüncemi hissetmiş gibi kaşlarını çattı.

"Saraya geldiğimizde hemen odana kaçarak ne yaptığını zannediyorsun?" dedi sakin bir sesle. Bunca olaydan sonra söylediği şeyin bu olması beni şaşırmıştı. "Ha?" dedim sadece.

"Sana kurtulduğunu sanma demiştim, değil mi?" Kaşlarımı çatıp anlamaz gözlerle ona baktım. Gerçekten, ciddi miydi? İki saniye önce ölmüş olabilirdi. Nasıl böyle hızlı toparlanıp tekrar ipleri eline alabilirdi? İnsani hislerden yoksun olduğunu bir kez daha kanıtlamıştı. Bana kaçmamı söylediğinde gözlerinde bir şeyler gördüğümü sanmıştım. Yanıldığımı çok daha önce fark etmeliydim. Ne umduğumu bilmiyordum.

"Neden bu kadar duygusuzsun?" dedim kendimi tutamayarak. Bunu dediğim an pişman olmuştum ama artık sözümü geri almak için çok geçti. Bunu söylememi beklemiyormuş gibi önce duraksadı, sonra dudağının bir ucu yukarı kıvrıldı.

"Bunu hep merak ettiğini biliyordum. Yıllardır benimle iletişime geçmeyi reddediyordun, değil mi? Ne yaparsam yapayım sana ulaşamıyordum. Nedenini öğrendim. Aklında sadece o vardı, zor zamanlarında hep ona tutunmuştun aslında. Bir yarıtanrının önüne atladın, benim için değil, onun için. Onun ruhunu korumak için. Orada ölebilirdin. Sadece küçük bir hareketle bile ölebilirdin. O anda bunu hiç düşünmedin, değil mi?" Durdu. Bir cevap bekliyormuş gibi bana baktı. İlk defa yapıyordu bunu. Yavaşça başımı salladım. Gerçekten de ölebileceğimi düşünmemiştim.

"Aşk insanı aptallaştırıyor. Bu cesaret ya da sevginin gücü falan değil. Diğer duygular da aynı aşk gibi, insanı mantıktan uzaklaştırıyor. Bir ülkeyi yönetiyorsan eğer mantığını hiçbir zaman kaybetmemelisin."

"Ben ilk Adalet Savaşçısı Martel'ın hikayeleriyle büyüdüm. Onun hakkında bildiğim bir şey varsa halkını her şeyden çok sevdiğiydi. İşte bu yüzden kendini kanıtlamaya çalışıyorsun. Çünkü ona hiç benzemiyorsun. Sadece onun gibi davranmaya çalışıyorsun. Gerçekte nasıl biri olduğunu sadece ben biliyorum." Ronan'ın gözlerindeki öfkeyi görünce içimi bir korku kapladı. Kendimi gelecek darbeye hazırladığım için onun bana attığı tokadı olabildiğince soğukkanlılıkla karşıladım. Sinirle soluduğunu duyabiliyordum. Gözlerimi kapalı tutmaya devam ettim.

"Olmayan şansını zorluyorsun, küçük kız. Sırf seninle muhattap olmaya tenezzül ediyorum diye kendini bana böyle şeyler söyleme hakkına sahip değilsin, yerini bilsen iyi olur." Onun bu sözleri karşısında gerilsem de bundan sonra geri atamazdım sanırım.

"Xavier bana bir şey yapmana izin vermeyecektir." dedim, aslında böyle düşünmesem de. Benden uzak durmak istediğini yeterince iyi dile getirmişti. Büyük ihtimalle Ronan beni öldüresiye dövse bile haberi olmayacaktı. Ben Callisto değildim sonuçta.

"Hayır, senin Xavier'ın bana bir şey yapamaz. Çünkü buna da sen izin vermezsin, değil mi? Bir katil olmasını istemediğini söyledin. Onu engelleyeceksin, karşısındaki ben olsam da. Bunu yapabilecek tek kişi de senmişsin gibi görünüyorsun, eski sevgilisi gittiğine göre. O da seni dinleyecek, çünkü aşk insanı aptallaştırıyor." Bilmiş sırıtışını neredeyse hissediyordum. Kendimi tutamayıp gözlerimi açtım. Yüzü yüzümün hemen önündeydi. Onu ilk defa bu kadar yakından görüyordum. Etkilenmemeye çalıştım ve yüz ifademi düz tutmaya uğraştım. Xavier'la bile hiç bu kadar yakın olmamıştık, insan ister istemez geriliyordu, bu gayet normaldi.

"Xavier'ın bana karşı bir şeyler hissettiğini düşünüyorsan, bu doğru değil." demeye çalıştım. "O Rosalind'i seviyor, hala onu seviyor. Ben artık ondan vazgeçtim." Kesik kesik güldü.

"Körsün sen. Ayrıca hep yalan söylüyorsun ve anlamadığımı düşünüyorsun. Dediğin her yalanı anlıyorum, bana hala yalan söyleyebilmenin nedeni benim buna izin veriyor olmam. Artık bu anlamsız oyundan sıkıldım." Gerilemeye çalıştım ama hızlı davranıp belimi kavradı. "Bu yüzden artık yalan söylemeye çalışmayı bırak."(Arkada fangirllerin burnu kanar) Bir an ikimiz de hipnotize olmuş gibi birbirimize baktık. Ardından kapının çalmasıyla Ronan'ın tutuşu gevşedi, ben de hızla ondan uzaklaştım. Az önce yaptığı şey beni tokadından bile daha çok korkutmuştu, bu kesindi. O duygu korkuydu, değil mi?

Kapının ardından tombul bir hizmetkarın yüzü görüldü.

"Yemeğin hazır olduğunu haber vermeye gelmiştim, meşgul müydünüz acaba?" Ronan boğazını temizledi ve her zamanki haline geri döndü, bu işlem bir saniye sürmüştü neredeyse.

"Evet, geliyorum." dedi kısaca. Yine de sesi normalden daha farklı çıkmıştı. Tabii ki hizmetçi bunu fark etmedi ve kapıyı kapattı. Odada yalnız kalmamızla göz göze gelmemiz bir oldu. Ronan gayet sakin görünürken ben terlemiş ve kıpkırmızı olmuştum, konuşmaya çalıştım ama birkaç kere kekeledikten sonra vazgeçip hızlıca odadan çıktım.

Koridorlardan geçerken kendimi sakinleştirmeye çalışıyordum. Neden böyle olduğumu da anlayamıyordum. Bana her zaman söylediği şeyleri söylemişti, başka bir şey değil. Bu kadar yakınımda olması beni rahatsız ediyor, diye düşündüm mantıklı bir cevap bularak. Her zaman bana dokunduğunda gerilirdim zaten. Sadece bugün biraz daha yakınımdaydı. Kollarımı kendime sararak camdan dışarı baktım. Hala evleneceğim konusunu düşünememiştim. Onunla evlenmeyi kabullenemiyordum. Benim için kabustan farksız bir düşünceydi, o yüzden aklıma bile getirmek istemiyordum. Xavier'ı bulduktan sonra bu konuyu unutur diye düşünmüştüm, sonuçta halka sunacak ve onları heyecanlandıracak başka bir şey bulmuştu, yine de Callisto'nun sözlerinden sonra fikrinin değiştiğine yönelik hiçbir işaret vermemişti. Ona evlenmeyeceğimizi söylesem mi diye düşünmeden edemedim. Yine de Ronan'la şansımı bugün bile yeterince zorlamıştım, gerçekten söylediği şey Xavier'ın varlığına güvenmemi zorlaştırmıştı. Bu yüzden başka bir çözüm düşünmeliydim. Callisto. Onunla konuşsam iyi olurdu. Ama ilk önce, atlatmam gereken bir kutlama vardı. Bugün Xavier, resmi olarak Adalet Savaşçıları'na tanıtılacaktı.
Maia
Maia
Ana Karakter

Mesaj Sayısı : 17
Kayıt tarihi : 06/09/16
Yaş : 26

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Unutulmayan Hatıra Empty Geri: Unutulmayan Hatıra

Mesaj tarafından Callisto Çarş. Haz. 14, 2017 1:58 pm

Kocaman bir odanın içinde, bir adamın elinde ince zarif bir kadının bedeni var. Herhangi bir şeyi ayırt edebilmek imkansız. Kasvetli, küf kokulu odanın içinde bedenim varlığı ya da yokluğunu bile anlayamıyordum. Uzun siyah saçları olan kızın yüzünün yarısı kanlar içerisindeydi. Diğer tarafını döndüğü zaman bunun kim olduğunu anlamıştım. Rosalind, Xavier'ın kollarının arasında yatıyordu. Gözlerinden akan yaşlarının ardında, konuşmaya çalışan birisi duruyordu adeta. Xavier, donup kalmışken Rosalind kollarının arasından kurtuldu. Öylece duran belli belirsiz bedenime doğru yürüyordu. Bana yaklaştıkça, kayboluyordu. Elini bana doğru uzattı, 'Geliyorlar.'

Beyaz işlemeli halı üzerinde boylu boyuna uzanıyordum. Xavier, bütün o garip şaşkın suratı ile bana bakıyordu. Ne yapması gerektiğini bilmeyen, çaresiz bir tanrı vardı karşımda. 'Uykum gelmişti.' dedim ayağa kalkarak. Bir süre sessizce yürüdükten sonra sessizliği bozma kararı almış gibiydi. 'Hep böyle olur musun?' dedi. Duraksadım ve etrafında tur attım. 'Hadi bu bizim küçük sırrımız olsun Xa!' neşeli bir şekilde ilerlerken başım delicesine ağrıyordu. 'Kendime bir oda bulmalıyım, insani ihtiyaçlar!' dedim ve Xavier'ın yanından hızlıca uzaklaştım. Genelde, onun konuşmasına fırsat tanımıyordum. Bu herkes için geçerliydi. Kapısı açık herhangi bir odaya öylece dalmıştım. Sevişmekte olan çift, çığlık atmıştı. Yatağa doğru ilerledim, yüzü hafif pürüzlü orta yaştan daha yaşlı olan adamın suratında elimi gezdirdim. 'Ufak bir işim var.' dedim. Yataktan atladım ve tuvalete doğru girdim. Kız, çığlıklar atıyor ve beni nereden tanıdığını soruyordu. Yüzümü soğuk su ile yıkadıktan sonra kadının bıraktığı güzel tokayı saçıma taktım. Güzel, bir müzik kulağıma iliştiği zaman yemeğin başladığını anlamıştım. Elbisenin dekoltesini aşağı doğru çektim, saçlarımı yukarıdan topladım ve lavabodan çıktım. Çift şaşkındı. Kadın yarı çıplak, yataktan çıkmış bana bakıyordu. Adama baktım, 'Görüşürüz bal peteğim.' dedim ve öpücük yolladım. Odadan çıkmış yürürken arkadan kadın kapıyı hızla vurup çıkmıştı.

Xavier kapının önünde öylece duruyordu, düşünceli hali fazlaca insani geliyordu. 'Anlamak zor, karşında benim gibi birisi varken neden böylece duruyorsun?' güzel müzik arkadan eşlik ediyordu. Xavier'ın dudağında ufak bir gülücük oluşmuştu. 'Yıllarda mağaranın içinde yaşadım ve Kiko bile senden daha eğlenceliydi!' diye bağırdım ona. 'Mağara da bir arkadaş mı bulmuştun?' merakla soruyordu. 'O bir attı.' dedim. Gülmeye başladı. O an ikimiz de bilmediğimiz şekilde gülüyorduk ya da ben sadece canım gülmek istediğim için gülüyordum. Gerçekten, berbat bir mizah anlayışı vardı. Bunun üstünde fazla düşünmemeye karar verdim. Parmaklarımın üstüne çıktım. Ardından ellerimi onun beline doladım, gözlerim tam onun gözlerinin içine bakıyordu. Dudaklarımı onun pürüzsüz boynunda gezdiriyordum. Xavier'ın kalbi delice atıyordu. Kulağına doğru fısıldadım, 'Acıktım.' o an bütün her şey yerle bir olmuştu ellerimi çektim ve salona doğru koşmaya başladım. Arkama baktım, Xavier öylece duruyordu. Benimle koşmaya başladı, bana yetişmeye çalışıyordu ve bu fazla uzun sürmemişti. Belimden kavradı ve kucağına aldı. O an, Maia odadan Ronan ile birlikte çıktı. Her şey öylesine yavaşlamıştı ya da biz gerçekten duruyorduk. Xavier'ın kucağından atladım. Maia'nın kızgın suratını alamak için -kahin- olmaya ihtiyaç yoktu. Ronan'ın elinden tuttu ve bir şey söylemeden- en azından dillendirmeden salona doğru ilerlediler. Xavier ne olduğunu kavrayamıyordu. Kıskandığını ama buna hakkı olmadığını düşünüyordu.

Salondan öylesine leziz kokular geliyordu ki, uzun sürelerce yeşillik ve yarasa yemekten başka bir şey yapmamıştım. Bunlar benim yediklerimin aksine oldukça leziz duruyorlardı. Xavier en başa oturmuştu. Herkes bir yer bulup otuyordu ancak sandalyemin önünde dikilmiş bekliyordum. Xavier ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. 'Öhöm!' dedim sesli bir şekilde öksürdükten sonra, Xavier yerinden kalktı. Sandalyemi çekti ve yanağıma bir öpücük kondurdu. Tabağın yanında duran şeyleri daha önce görmemiştim, yuvarlar bi çubuk boy sırasına dizilmişti. Buna pek anlam verememiştim. Yemekler, masalardan bir gelip bir götürülürken herkes kahkahalar atıyor, yemeklerin tadını çıkarıyordu. Maia hariç. O öylesine öfke doluydu ki, beni öldürmek için fırsat kolladığına neredeyse emin gibiydim. Gelen şarapların birisi bitince hemen diğerini getiriliyordu. Büyülü, algımı kapatan bir içecekti.

Maia bir süre sonra yanıma gelmişti. Olmadığı kadar dağınık, bir o kadar karışık duruyordu. Elimi omzuna koydum. 'Ronan ile mutluluklar!' dedim kocaman gülümsemem ile. Maia elime hızlıca vurmuştu. Bu oldukça kabaydı. Yanağına bir öpücük kondurdum. 'Üzgünüm, Xavier ile ufak bir görüşmemiz var.'

Sabah çıplak bir halde Xavier ile uyanmıştım. Hala uyuyordu, başım kalbinin tam üstündeydi. Geceye dair pek bir şey hatırlamıyordum, Xavier'ın bunun halka tanıtılması için balkona çıkacaktı. 'Xavier, uyan!' telaşlı bir ses tonu ile kulağının dibinde bağırıyordum. Gözlerini yarım yamalak açmış, neden burada olduğumu düşünüyor gibiydi. 'A, Callisto. Burada olacağını...' sözünün devamını getirmesine izin vermedim. 'Ama buradayız ve hazırlanman gerekiyor.' yataktan fırladı ve arkasına döndü. 'Büyüleyici gözüküyorsun.' dedi kızıl saçlarıma bakarken. Kalbim, Callisto'ya ait değil gibiydi.
Callisto
Callisto

Mesaj Sayısı : 7
Kayıt tarihi : 02/12/16
Yaş : 27

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Unutulmayan Hatıra Empty Geri: Unutulmayan Hatıra

Mesaj tarafından Maia Çarş. Haz. 14, 2017 1:59 pm

Her zamanki gibi sabahın ilk ışıklarıyla uyandım. Dünkü kutlamadan dolayı bugün derslerin olacağını sanmıyordum. En sıkı Savaşçılar bile şarapla kafayı bulmuştu. Geceki kargaşayı hatırlayıp iç çektim. Herkes bir yarı tanrıyla karşılaştığı için heyecanlıydı. Birkaç numara görmek istediklerini tahmin etsem de Xavier sıradan bir insan gibi oturmuş ve onu rahatsız eden Savaşçıları, özellikle Ronan'ı kafasından atmak için su gibi şarap içmişti. Callisto'nun da ona katılmasıyla ikisi de zil zurna sarhoş olmuştu. Ronan'ın yanında otursam da gözüm hep onlarda olduğu için Ronan'ın konuşmalarına hiç odaklanamamıştım. Bu yüzden elini omzuma koyduğunda neredeyse sıçrıyordum. Ronan evleneceğimizi açıklarken yüzümü düz tutmaya çalışmak için oldukça çaba harcamıştım. Gerçekten zor bir gece olmuştu.

Ronan gece beni odama kadar bırakmıştı, bunun kibarlık değil de yalnız kalma fırsatı olduğunun farkındaydım. 'Ben seni çıkarlarım için kullanayım, sen de beni çıkarların için kullan, ikimiz için de olumlu bir şey olur.' demişti ben odama girmeden önce. Ne demek istediğini anlıyordum. O evlenerek insanları seven, bir kalbi olan biri gibi gözükecekti, ben de Xavier hakkındaki hislerimi derinlere gömebilecek ve en azından Xavier'a ondan vazgeçtiğimi anlatabilecektim. Bu doğru olmasa da yapılması doğru olan şey buydu. O bir yarıtanrıydı, Inveida'nın geleceğiydi. Bense sıradan bir kızdım. Onu sadece aşağı çekiyordum. Yardıma ihtiyacı olduğunda yanında olacaktım ama ona yük olmayacaktım. Bu sadece onun değil, bütün ülkenin geleceği içindi.

Yine de neden bu kadar zor? diye yazdım günlüğüme, dişlerimi sıkarak. Yapılması gerekenin ne olduğunu bilmeme rağmen neden bu kadar acı çekiyorum? Kapımın aniden açılmasıyla irkildim. Kimin içeri girmesini beklediğimi bilmiyordum, Ronan bile olabilirdi. Ama beklediğim Callisto değildi.

"Hayatımda sadece bir dakika ciddi olacağım. Seninle konuşmam gereken bir şey var, Maia." dedi düz bir suratla. Gözlerindeki kararlılığı görünce bir cevap veremedim.

"Seni dinliyorum." dedim sadece.

***

Ronan'la koridorda kolkola yürürken insanların tebrik etmek istemesinden dolayı iki adımda bir duruyorduk. Ronan her tebrikte daha da kibarlaşıyor ve daha memnun gözüküyordu. Dişlerimi sıksam da herkese gülümsemeye çalıştım. Sonunda sakin bir an yakaladığımda "Nereye gidiyoruz? Yoksa beni sadece insanlara göstermek için mi dışarı çıkardın?" dedim gülümsememi bozmadan, sessizce. Karşılığında yüzü sadece benim fark edeceğim kadar kasıldı. Bunu, karışma, olarak alıp çenemi kapattım. Koridorun karşısından gelen Xavier ve Callisto'yu fark edince gerildim. Yine de sakinliğimi koruyup aynı tempoda yürümeye devam ettim. Ronan'ın beni tutuşunun sıkılaştığını fark ettim. Belli etmese de benim kadar gerilmiş gibiydi. İkimiz de Xavier'a olan duygularımızdan dolayı tepki vermiştik. Ama birimizinki aşk, birimizinki nefretti. İkisi de birbirine ne kadar benziyormuş, diye düşünmeden edemedim. Birbirimize iyice yaklaştığımızda Xavier'la göz göze gelmemeye çalışsam da gözlerindeki tanrısal parıltı bakışlarımı kaçıramama sebep olmuştu. Sakin ol Xavier, lütfen, diye düşündüm içimden. Lütfen bir şey yapma. Neyse ki bir saniye içinde birbirimizi sıyırmış ve geçmiştik, ta ki Callisto konuşana kadar.

"Yaa, çok tatlı! Gelinlik provasına gidiyorlar. Haydi Xaiver, biz de gidelim."

***

Hizmetliler beyaz kumaşı vücuduma sarıp iğnelerle ölçü alırlarken somurtarak onları izliyordum. Etrafımızda dolaşıp duran Callisto her şeyi daha da kötü yapıyordu.

"Bir gelin böyle mi olmalı Maia? Bu halinle bile güzel oldun. Yani kendi ölçülerinde tabii." Kaşlarımı çatıp kollarımı kavuşturdum.

"Düzgün dur," diye uyardı Ronan beni ardından. Otomatik olarak kollarımı serbest bıraktım. Callisto Ronan'ın yanına gidip elini onun koluna koydu. Ronan'ın da Callisto'yu benim kadar sevmemesi tesellim olmuştu.

"Bir damat da gelinine böyle demez, değil mi? Sence de Maia güzel değil mi?" Callisto Ronan'a daha fazla yaklaşırken Ronan da geri çekilmeye çalıştı. Yine de Callisto sıkıştırmaktan vazgeçmeyince Ronan pes etti.

"Evet... Güzel." dedi. Bunu tuhaf bir şekilde gözlerime bakarken söyledi diye mi, yoksa böyle bir sözü birinden ilk defa duyduğum için mi bilmiyorum, tüylerim diken diken olmuştu. Gerildiğim için, diye düşündüm. Kesinlikle öyle. Yine de Ronan'ın bakışı bir tuhaftı. Sabah kahvaltısındaki bir şey midesini bozmuş olmalıydı.

"Bizim burada ne yaptığımızı bir kez daha söyler misin?" dedi Xavier, Callisto'nun yanına gelerek. Yüzündeki bıkkın ifadeyi görünce omuzlarım düştü. Bana bir kez bile bakmamıştı. İç çekerek bakışlarımı şimdiden oluşmaya başlayan gelinliğe çevirdim. Daha önce hiç evleneceğimi hayal etmemiştim. Yine de böyle bir haldeyken bana bakıp, iyi şeyler söyleyen kişinin Xavier olmasını tercih ederdim. Bunun düşüncesi bile atan kalbimin daha hızlı atmasına yol açmıştı. Kulaklarımın yandığını hissettim.

"Maia gerçekten tatlı, iltifattan dolayı hemen yüzü kızardı baksanıza." dedi Callisto Xavier'ın sızlanmasını duymazdan gelerek. Xavier ilk defa bakışlarını bana çevirdiğinde bakışları öfkeliydi. Burada olmak istemediğini anlamıştım o bu kadar kızgın bakmasının bir anlamı yoktu. Gerçekten beni yakınında görmeyi hiç istemiyor olmalıydı. Bir an gözlerinde çivit mavisi parıltılar görür gibi oldum. Sonra tanrısal bir hızla dışarı çıktı, arkasından çarpan kapı menteşelerinden sökülüp yere düşerken bir an herkes donup kaldı. Callisto müsaade isteyerek Xavier'ın peşinden giderken Ronan sakince hizmetkarlara kapıyı kaldırmalarını emretmişti.

***

Koridordaki geniş pencerelerden bahçedeki yeni çıkmış tomurcukları fark ettiğimde iç çektim. Zaman gelmişti demek.

Bu yıl kış, hiç olmadığı kadar zor geçmişti. Sürekli kar fırtınaları oluyor, tayfundan dolayı yok olan tarım arazilerinden dolayı insanların yaşadığı kıtlık, hava şartlarından dolayı daha da ağırlaşıyordu. Ulu Saray'da bunların hiçbiri hissedilmemişti. Her zamanki gibi güzel yemeklerimizi yiyor, sakince yaşamımıza devam ediyorduk. Önceki ay eğitimim tamamlanmış, bu sefer bir kutlama yapmaktan çekinen Ronan bir akşam yemeğinde koluma altın halkayı takıp beni resmi olarak Adalet Savaşçısı ilan etmişti. O akşam bütün kadehler benim adıma kalksa bile gecenin sonunda bu kutlama, Ronan'a şehrin ortasına atıp kaçtığım kutsal emanetleri, altın kemer ve madalyonu hatırlatmış, bana şu an sırtımda iyileşmek üzere olan kemer izlerini bırakmıştı. Her ne kadar bu halleri olsa da, Ronan genel olarak bana şaşırtıcı şekilde iyi davranıyordu. Kızdırmadığım sürece benimle normal bir şekilde konuşmaya başlamıştı. Ona lord demediğimde bana vurmaktan da vazgeçmişti. Xavier ve Callisto'yu her gördüğümde o benim oyunuma uyuyor, ben de etrafta bir Adalet Savaşçısı olduğunda onun oyununa uyuyordum. Bir yerden sonra bunun oyun mu gerçek mi olduğunu anlayamamaya başlamıştım.

"Sonunda bahar geldi, ha?" Ronan bana arkadan sarıldığında dalgınlığımı bozmuş oldu. (Elif delirir) Etrafta kimseleri görememe rağmen böyle yapması tuhaftı. Bir bildiği olmalı, diye düşündüm içimden.

"Evet." diye katıldım ona. "Bu fırtınalar bitti demek. Sanırım sonunda Xavier halka tanıtılabilir artık."

"Daha da önemlisi, artık evlenebiliriz demek, değil mi Maia?" Pencere pervazında kavuşturduğum ellerime indirdim bakışlarımı. "O da var." diye mırıldandım. Hala bu gerçeği sindirememiştim. "Alışacaksın, Maia." diye böldü düşüncelerimi Ronan. Her zaman ne düşündüğümü anlayabiliyordu. Son iki ayda iyice içli dışlı olmamızın etkileriydi bunlar. Farklı bir zamanda olsak Ronan'la arkadaş olabileceğimi bile düşünmeye başlamıştım.

"Bundan yıllar sonra, çocuklarımız olduğunda bir gece uyanacak ve Xavier'ı düşüneceksin, bunu biliyorum. Ama ondan da yıllar sonra sadece bir gençlik anısı olarak kalacak hatıralarında." Bu sözleri üzerine ona doğru döndüm. Aramızda sadece santimler vardı.

"Sakin bir hayat yaşayacağımıza bu kadar eminsin." dedim soru sorarcasına. Onun hala kendi gerçeğine tutunması beni şaşırtıyordu. Normalde mantıklı biri olsa da Xavier'ın günden güne yeşeren gücünü ve artan kendini kontrol etme kapasitesinin farkında değilmiş gibi davranıyordu. Tanrısal kana sahip olan, gelişimini tamamladığını kendine ait olan tahtı alacaktı, bu bilinirdi. Ronan'ın onun varlığından memnun olmadığını biliyordum. Ancak Xavier'a dokunamazdı, onunla aynı mekanda olduklarında bile havadaki elektriklenme herkesin hissedebileceği boyuta ulaşıyordu. Aralarındaki sessiz iktidar mücadelesi beni rahatsız etse de bu oyunda etkisiz bir eleman olduğumu kabullenmiştim. Yapabileceğim sadece oturup bunu izlemekti. Callisto'nun bakışlarından da benimle aynı düşüncede olduğunu anlıyordum zaman zaman.

"Eminim." dedi Ronan, gözlerini yeni açmaya başlayan beyaz güllere çevirerek. İç çekip ondan uzaklaşmaya çalıştım. Yine de etrafımdaki kollarını gevşetmedi. "Biraz daha böyle kalalım." deyince şaşkınlıkla ona baktım ama o bana bakmıyordu. Bembeyaz yüzünde tuhaf kızarlıklıklar oluşmuştu. Hasta mıydı acaba? Arkamızda biri boğazını temizleyince ikimiz de birbirimizden ayrılıp arkamızı döndük. Bir Savaşçı arkamızda duruyor, utanmış görünüyordu.

"Ah, efendim. Şey, böldüğüm için özür dilerim ama-" Ronan ona kısa kes dercesine baktığı zaman Savaşçı daha da zor konuşmaya başladı. "Meydanı hazırlayalım mı diye soracaktım." diyebildi sonunda. Ronan sadece başını sallayarak onay verdi, onun bu hareketini gören Savaşçı hızla gözden kayboldu. Kendimi tutmaya çalışsam da dudaklarımın arasından bir kıkırdamanın çıkmasını engelleyemedim. Ronan ilgisini bana çevirdiğinde çok tuhaf bir şey oldu. Gülümsedi. Sahte nazik gülüşlerinden değildi, doğal bir gülümsemeydi. Gülümsemesi gözlerine ulaşmıştı. O tuhaf anda, Ronan'ın değiştiğini anlamıştım. Her ne kadar imkansız gözükse de, sevgiyi beyni reddetse de, kalbi reddedememiş gibi gözüküyordu. Yüzümdeki ciddi ifadeyi görünce beklenmedik bir şey yapmış olacağını anlamış olacak ki normal ifadesini takındı. "Organizasyonla ilgilensem iyi olacak. Bensiz hiçbir şey beceremiyorlar." diyerek arkasını döndü ve neredeyse aceleyle gözden kayboldu.
Maia
Maia
Ana Karakter

Mesaj Sayısı : 17
Kayıt tarihi : 06/09/16
Yaş : 26

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz