TAYFUN
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Bölüm İki - Büyük Tufan

4 posters

Aşağa gitmek

Bölüm İki - Büyük Tufan Empty Bölüm İki - Büyük Tufan

Mesaj tarafından Fierno Perş. Haz. 15, 2017 10:34 pm



İntias do poi e.’*

Altın varaklı duvarların her bir santimine düşen elmaslar, tavandan yere kadar uzanan pencerenin ardından gelen ışık ile görsel bir şölene dönüşüyordu. Binlerce kenardan oluşan elmaslar, güneş ışıklarının usulca temaslarının ardından, Dünya’nın üzerine düşen ışınlar yarım küreyi aydınlatmaya yetiyor da artıyordu bile. Uçuşan tozlar, ışığın siluetinin ardından kristal parçaları gibi parlıyordu. Hafifçe esen yelin ardından büyük bir tayfun kopmuşçasına tozlar etrafa dağıldı. Siluetin ardından karmaşayı görmek hiç de zor olmuyordu. Bunca toz cümbüşüne rağmen, yerler kaymak gibi parlıyordu. Her karenin özen ile işlendiği, işleyen insanın tek bir ömrünün yetmediği bariz belliydi. Belki defalarca el değiştirmiş ya da ömrüne ömür katılmıştı bu sanat uğruna. Ya da, diktatörlük. Ancak bu kelimeyi düşünceleriniz en derin yerlerine saklamanız bile ölmenize engel olmayacağını üzülerek ya da üzülmeyerek belirtmek zorundayım. Adımınızı attığınız bu evren, tanrı(ça)ların evreni. Her bir betimlemeyi kafamda kurmamın sebebi olanlar, hatta bunu dememin bile.

Uzun vadinin ucunda kurulmuş ufak kasaba her gün olduğu gibi bugün de yaşamına devam ediyordu. Sabah uyanan kadınlar, çoğunlukla buğday lapasından yapılma kahvaltılarını erkenden hazırlıyor, tarlaya gidip öküz sürüyorlardı. Güneşin bulutların arkasına saklanamayacak kadar parlak ve sıcak olduğu o sabah, her şey olması gerekenden farklı değil gibiydi. Etrafta koşuşturan çocuklar, ellerindeki sopalar ile birbirlerine karşı düello yapıyorlardı. Herkes bugün olacak, yıllardır bekledikleri o kutsal günün geldiğinin farkındalardı. Yıllardır hayatı çalınan insanın hikayesini düşünmek yerine, doğan kansız çocuğu konuşuluyordu. Zina ile doğan bu çocuğun, suçsuz olabileceği kimse tarafından kabul görülmemiş, hatta düşünülmemişti. Oysa, on sekizine bastığı ilk gün, herkes kesik bir kafayı şimdiden hayal edebiliyordu. ‘Kocaman bir burnu var.’ Diyordu birisi, ‘Sanmam, kadın güzelmiş diyorlar!’ diye ekliyordu diğer birisi. Arkadan koca göbekli, elinde satır olan kasap ise oradan konuşmaya müdahale ediyordu ‘Hayat kadını demek istedin, ancak böylesine kirli bir kadın evlenmeden çocuk doğurur!’ diyordu. Herkes bunu onaylamıştı. Yoldan geçen kadın, göbekli adamın kullandığı kötü söze karşılık çocuğunun kulağını iki eli ile kapatmış ancak bir şey demeye yeltenmemişti. O gün, tanrıçaya daha fazla adak sunulmuştu. En güzel yiyecekler, Tanrıça içindi bugün.

Büyük arenanın içerisinde, tam bir çember şeklinde on iki katlı oturma yerleri tam olarak arenanın ortasına bakıyordu. Erken gelenler, aşağıdaki oturma yerlerini kapmış, gelecek çocuğun siluetini kendi gözleri ile görebilecekti. Diğerleri ise kulaktan dolma bilgiler ile, doğrulu kesin olmayan bir görünüşe inanacaklardı.  Ancak bunun asla gerçekleşmeyeceğinden bir haber tayfunun ortasında gördükleri tek şey tanrının gazabıydı. Yıkılan arenanın ortasında, kanlarının içerisinde boğuluyorlardı. Yağan yağmur, kan yığıntısını temizlemeye yetmiyordu. Sadece işleri zorlaştırıyordu.


‘Ortina die lieps e.’*

‘Bugün Rosalind öldü.’ Bu tanrıçanın sesiydi. Xavier’ın nefretini yüreğinde hissediyordu ancak bu kendisi için bir şey değiştirmiyordu. Xavier onun için piyondan daha fazlası olamamıştı. Karşısında başını aşağı eğen hizmetkarlar onu can kulağı ile dinliyordu. Zaten başka bir şanslarının da olduğu söylenemezdi böyle bir durumda. Tanrıça ellerini koyduğu iki taraflı korkuluğun kulpunu sıkıca kavrıyordu. Başının üstünde yer alan taç, neredeyse iki metre gibiydi. Her biri özenle işlenmiş taşlardan oluşmuştu. Gözleri dimdik bakıyordu.  ‘Bu, oldukça trajedi. Zavallı insancıkların, fani duyguları onları nasıl yok ettiğini canlı olarak izlemek beni keyiflendiriyor.’ Dedi alaycı ve kudretli ses tonu ile.  ‘İnsanlar duygularından arınmayı başarabilselerdi tanrılarla daha kolay mücadele edebilirlerdi.’ Ayağa kalktı, herkes başını iyice yere dayamıştı. Soğuk fayanslar ile temasa geçen bedenlerine karşı koyamıyorlardı. ‘Ancak böyle bir şey söz konusu dahi olamaz sevgili insancıklarım.’ Korku dolu fani bedenlerimiz, korku ile kaplanmıştı tamamen. Ellerimi bedenimin altında gizledim. ‘Ne yaparsan yap, başını sakın kaldırma.’ Diyordu iç sesim. ‘Fierno, başını kaldır ve beni takip et.’ Bu Tanrıçamızın sesiydi. Başımı yerden kaldırdığım zaman sesimin verdiği ürpertiyi derinliklerimde hissediyordum. Oysa kelimelerinin tamamını, ne diyeceğini her zaman bilmeme rağmen. Hala bilmeyenleriniz için, ben Fierno ve bir kahinim. Tanrıçamıza hizmetlerini her zaman sunmaya hazır bir kahin. Ne kadar isteklerimin ve arzularımın dışında olsa bile.

‘Rosalind’in ölme fikri hoşuma gitti. Kuklamız olmasını gerçekten arzuluyorum.’ Diyordu Tanrıça. Bir sebepten ötürü, başım yerdeydi. Beynimin içinde oluşan sonsuz varyasyon beni derin bir karmaşaya sürüklüyordu.

‘Ah tatlı şey, Xyia lütfen şekerim.’ Diyordu kızıl saçlı kız bütün şımarıklığı ile. ‘Bu sefer ne kadar ciddi olduğumu anlaman lazım sana anlatacak çok şeyim var.’ Diyordu ardından daha ciddi bir ses tonu ile. Xavier arkasında yer alan pelerinini önüne doğru attı. Arkasına döndü ve kızıl saçlı kızın boynundan kavradı. ‘Bu deli zırvalıklarını dinlemek istemiyorum.’ Dedi arkasından. Bu sefer kızıl saçlı kız eskisi kadar enerjik gözükmüyordu. Gözlerini kapadı ve dudakları oynadı sadece. ‘Duygusal çöküşün senin sonunu getirecek ve diğer herkesi. Rosalind hakkında dediklerimi dinle…’ Xavier elini daha fazla sıktı ve kızı yere doğru fırlattı. ‘Her kim gücümü ve fikirlerime karşı çıkıyorsa, aynı şeyi yaşayacaktır. Rosalind hakkında söylenen hiçbir şeyi dinlemeyeceğimi tekrar etmek istemiyorum çünkü diğer sefere tekrardan daha fazlasını yapacağım.’ Sesi oldukça gür ve sinirliydi. Kızıl saçlı kız yerde otururken, gözleri ile Xavier’a baktı. Kızıl saçları havalandı, gözleri parladı ve elleri Dünya’da gördüğüm en parlak şeye dönüşmüştü. ‘Xavier.’ Bu sefer sesi neredeyse tamamen farklıydı. Daha boğuk ve daha içten geliyordu. Sanki ruhu konuşuyordu.

‘Fierno.’ Dedi tanrıçamız ve gördüğüm gelecek yarıda kesilmişti. Gözlerim parlıyordu, ellerim titremiş ve yüreğimde oluşan burukluk canımı yakıyordu. ‘Tanrıçamız.’ Dedim ayağa kalkarak. ‘Rosalind’in ruhunu ele geçirmek doğru bir hamle gibi görünüyor.’ Dedim ki gerçekten doğru bir hamleydi. Az önce gördüklerim ne kadar yarıda kalsa bile, karmaşık zihnimin kararlarımın uzatmasını istemiyordum. ‘Biliyorum Fierno, Xavier’ın oyununu oynamasını bekleyeceğiz.  Bu benim için keyifli bir seyir olacak.’ Dedi gülümseyerek. Penceresinden, dönen Dünya’yı izliyordu. Arkasını döndü, ‘İnsancıkları görüyor musun Fierno?’ dedi alaycı bir ses tonu ile.

‘Hayır Tanrıçamız, göremiyorum.’ Dedim sesim titreyerek.

‘Her bir insanın ne yaptığını ne düşündüğünü bilmek öylesine keyifli ki. Senin yerinde ya da başka bir insancığın yerinde olabilme düşüncesi korkutucu geliyor. Aslına bakılırsa sizler için üzülüyorum. Başardığınızı sanıyorsunuz her defasında, ancak unutulan bir gerçeklik var.’ Dedi ve pencereden elini dışarı doğru uzattı. Bir yumruk haline getirdi, ve sola doğru elini döndürdü. Dünya’nın tam ortasında büyük bir ışık huzmesi gözüküyordu. ‘İşte, her şey benim için bu kadar kolay.’ Dedi gülümseyerek. ‘Seni Dünya’ya yollayacağım Fierno. Rosalind’in ölü bedenini bana getirmeni istiyorum. Onunla yapacağım daha çok iş var.’ Ki Dünya benim için tamamen bilinmezlik demekti. Gözlerimi hayata açtığım andan itibaren sadece buradaydım. Korkularım ve insani duygularım beni tedirgin ediyordu. En çok içimde rahatsız eden bilinmezlik duygusu. ‘Nasıl isterseniz Tanrıçam.’ Dedim başımı yere eğerek.

Pencerenin dışından dünyaya baktım. 'Fır dönüyor işte Dünya.' dedi iç sesim. Kocaman bilinmez, mavi gezegene adım attığım andan itibaren yaşayacağım sırlar ve bilinmezliklerin hepsi içimde yer etmişti. Her zaman içerisinde yaşadığım yer, kendi hayatımın oluşmasına izin vermemişti. İsmimin olması bile, formaliteden seslenmek için geliyordu çoğu zaman. İnsani duyguların hep küçük görüldüğü bir yerden sonra, ayak bastığım toprak parçası kendimi evime döndürmüş gibi hissettirmesi huzur vermişti istemsizce. 'Merhaba benim küçük mavi gezegenim.' dedim gülümseyerek. Her şeyin başlangıç noktası işte buydu.
Fierno
Fierno

Mesaj Sayısı : 2
Kayıt tarihi : 15/06/17

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Bölüm İki - Büyük Tufan Empty Geri: Bölüm İki - Büyük Tufan

Mesaj tarafından Maia Cuma Haz. 16, 2017 1:18 am


Garip bir şekilde Ronan ve Callisto'ya sarılmış, yerin altına inen kapağın hemen altında oturuyorken kulaklarım rüzgar sesinden uğulduyor, basıncı beynimde hissediyordum. Ronan omuzlarımı sıkan kollarını sıkılaştırdı ve kulağıma eğildi.

"Eğer ölürsek..." dedi tereddütle. Kulaklarım tıkanmıştı ve söyledikleri sanki bir dağın ardından bana ulaşıyordu. Söylediklerini zor duyduğumu göstermek amacıyla yüzümü buruşturup ona baktım ama o bana bakmıyordu, söyleyeceklerinde de oldukça kararlı gözüküyordu.

"Maia, bir şey itiraf etmem gerekiyor." diyerek tekrar şansını denedi ama saçlarım kapağın üstünden girebilen havayla savrulmaya başlamıştı, tayfun şehrin üzerinde olmalıydı. Ağzını oynattığını görebiliyor ama hem korkudan, hem Callisto'nın kıvırcık kızıl saçlarının ağzıma girmesinden dolayı dikkatimi ona veremiyordum.
"Boşuna uğraşma Casanova." Callisto Ronan'a sesini duyurmak için neredeyse kucağıma uzanmıştı. Onları ağız dalaşı yaparken bu şekilde öleceğimi düşünmek beni umutsuzluğa düşürmüştü.

"Durun." dedim birden ikisine de, önlem olarak ağızlarını ellerimle kapatmıştım. Sessiz. Bakışlarımı tereddütle yukarı kaldırıp kapaktan sızan gün ışığına baktım. Berraktı. Tayfun geldiği kadar hızla ortadan kaybolmuştu.

Kapak hızla havaya kalkınca yerimden sıçradım. Korkuyla Ronan'a sokulsam da gözlerim gün ışığına alışınca rahatladım. Xavier'ın bana doğru uzattığı elini düşünmeden kavradım, beni hızla yukarı çekti. Vücudumu göğsüne doğru yasladığından bir şey göremiyordum ama hızla atan kalbini duyabiliyordum.

"Xavier?" Sesim çatlak çıkmıştı.

"Bitti Maia. Artık bitti. Sana söz veriyorum, her şey daha güzel olacak." O bana sarıldığı için mi, yoksa söylediği şeylerden dolayı mı bilmiyordum ama o zaman ona inanmıştım. Başımı göğsünden hiç kaldırmak istememiştim, hiç kaldırmamalıydım da. Keşke hep o anda yaşayabilseydim diyorum bazen. Her şeyden habersiz başımı kaldırdım ve bana bakan parlak, çivit mavisi gözlerle karşılaştım. Yüzü Xavier gibi olsa da gözleri bir tanrının gözleriydi. İçgüdüsel olarak geri çekilmeye çalışsam da kollarıyla beni sıkıca sarmıştı. Hala gülümsüyordu. O gözleriyle. İçimden bir titreme geçse bir tepki vermemek için kendimi tuttu.

"Hala benim Maia. Hem tanrıyım, hem de insan." Duraksadı. Kaşları endişeyle çatılmıştı. "Sana asla zarar vermem, bunu biliyorsun."

Ben cevap veremeden, Ronan ve Callisto'nun ayak seslerini tanıyarak arkamı döndüm. Xavier'ın kollarından ayrılmamla karşımdaki acımasız dünyayla baş başa kalmış gibi hissettim. Karşımdaki yıkık dökük dünyayla.

"Aman tanrılarım." dedi Ronan. Sesindeki dehşet hissetiklerimi tanımlayamazdı bile. Bulunduğumuz yerden, tayfunun geldiği dağlara kadar her yer dümdüzdü. Bütün binalar yıkılmış, sanki yıkılmalarını üzerinden yıllar geçmiş gibi tozla kaplanmışlardı. Ağaçlar yerlerinden sökülmüş, binaların altında kalmışlardı. Callisto inanamayarak çevresinde dönüyordu ama ben yerimden bile kıpırdayamıyordum. Dünyanın sonu gelmiş gibiydi.

"Merak etmeyin." Onun sözüyle birlikte hepimiz ona döndük. Hala istifini bozmamıştı. Tayfunu durdurabilmişti ama neleri feda ederek? Bütün Aurelia yok olmuştu. Bundan sonra yaşamımızı nasıl devam ettirebilirdik? Birden Xavier'ın bu kayıtsızlığına karşı içimde bir öfke belirmişti. Hala gülümseyerek ellerini yavaşça havaya kaldırdı. Bundan sonra olanlar hayal gibiydi. Bütün binalar sanki zaman tersine dönmüş gibi tekrar taşların üzerine oturmaya başladı. Yıkık ağaçlar kökleriyle buluştu. Yollardaki toz etrafa dağıldı.

"Vay canına." diye mırıldandı Ronan. Arkama baktığımda surların büyük bir gürültüyle tekrar yerlerine oturduğunu duydum. Şehir meydanındaki çeşmenin içinden tekrar su akmaya başlayıncaya kadar insa ve safkan, yeraltındaki herkes yukarı çıkmış, benim gibi şaşkın ifadelerle etrafına bakıyordu. Nihayet Xavier işini bitirdiğinde kollarını indirdi ve gelip elimi tuttu. Gözleri heyecanla parlamasına rağmen, beni korkutan çivit mavisi ışığı sürüyordu.

"Gördün mü? Artık hiçbir şey bizi durduramaz." Bu sözü söylerken oldukça mutluydu, benim de mutlu olmam gerekse de, içim bir türlü rahat edemiyordu. Sadece şaşkınlığımdan olmalı, diye düşündüm. Gördüğüm her şey imkansızmış gibi geliyor, bu yüzden olmalıydı. Bu düşüncemi onaylarmış gibi ona sarıldım, o yüzümü avcunun içine alarak beni öptüğünde yaşadığım mutluluğun arkasına sakladım bu garip önsezimi.  
 




Odamda, Callisto'nun önünde oturmuş, pencereden dışarı bakıyordum. Hala hayal aleminde gibi hissetsem de, Callisto'nun yaptığı düzenli makas sesleri beni dış dünyaya bağlıyordu.

"İşte oldu." dedi ve yatağımdan kalktı. Gideceğini zannetsem de, bir anlık tereddütten sonra yanıma, yere oturdu. Başımı ona çevirdim. Kıvırcık saçları yüzünün bir kısmını kapatsa da, çatılmış kaşlarının altındaki endişeli bakışı görebiliyordum.

"Şu an oturduğumuz yer, hissettiğimiz serinlik gerçek, değil mi?" Gözlerini benden yere doğru çevirdi. "Oysa burası yerle bir olmuştu." Yutkundum ve avcumu mermer zemine koydum. Ellerim titriyordu. "Safkanların saldırısını gördüm ama tayfunu göremedim, Maia. Koskoca tayfunu! İnsanların içinde kala kala... Görü yeteneğimin önüne bir şeyler geçip duruyor." Bunun bizi önemsediği demek olduğunu biliyordum. Ona minnettardım. Soğuk elimi yavaşça onunkinin üzerine koydum. Sen elinden geleni yaptın, Callisto.
Aramızda bir süre derin bir sessizlik oldu. Sonunda cesaret edebildiğimde ona döndüm.
"Callisto." Bana baktı.
"Sen de hissediyor musun?" dedim doğrudan. Ne demek istediğimi anlamamışsa, bir daha endişelenmeyecek ve 'zaferimizin' tadını çıkaracaktım. Geçmişe sünger çekip, hayatıma devam edecektim. İçten içe bunun olmayacağını biliyordum.
"Evet." dedi Callisto, yavaşça ayağı kalkarken. "Şimdi gidelim. Xavier'ın taç giyme törenini kaçırmamalıyız."  


"Sevgili insalar, safkanlar ve çok değerli Adalet Savaşçıları, bugün burada Yeni Aurelia'nın doğuşunu şereflendirmek için bulunuyoruz." Ronan elindeki Adalet Değneğini kaldırdı ve tezahürat eden insa ve safkanlar ona katıldılar. Güneş batarken altın rengi ışınlarını büyük salona saçıyor, az çok herkesin elinde bulunan kadehleri parlatıyordu. Xavier bütün gün Aurelia'nın dışının ardından içinin de eskisi gibi tek parça olması için oradan oraya koşturmuştu. En ufak yorulma belirtisi göstermemesinin yanında, coşkulu hali de hiç sönmemişti.

"Bunu mümkün kılan, Gök'ün oğlu, yarı tanrı Xavier'ı bir konuşma yapmak için yanıma çağrıyorum." Xavier siyah pantolon ve gömleğinin üzerine kırmızı kadifeden bir pelerin giymişti. Callisto ve benim yanımdan ayrılmadan önce elimi son bir kez avcuna aldı ve dudaklarıma hızlı bir öpücük kondurdu. İkimize de gülümseyerek Ronan'ın yanına çıktı. Lanet platform bile tekrar oluşmuştu.

"Aurelialılar, çok farklı şartlarla tekrar buluştuk. Tayfun'un Yer'in beni yok etme çabası olduğunu biliyorum, aynı bir önceki, ilk tayfunun olduğu gibi." İnsanlar aynı anda birbiriyle konuşmaya başladılar. Xavier, Ronan onları susturana kadar bekledi. Gözlerim Ronan'ınkilerle buluşunca ister istemez bir gün önce ikisinin birbirine ne kadar farklı davrandığını düşündüm. Ronan şu an Xavier'a hayran gibi değildi ama ona saygı duyuyordu sanki. Gözlerindeki mesafe okunsa da bunu anlayabiliyordum. Sadece o da değildi, Xavier'ın mucizesini gören herkes büyük ihtimalle aynı şeyi hissediyordu. Koca bir şehir gözümüzün önünde tekrar oluşmuştu.

"Aurelia gelebilecek her tehdide yapacağım gibi, tayfunu da durdurdum. Aurelia'yı ve içindeki halkı koruyacağım." Ronan derin bir nefes aldı ve elindeki altın tacı Xavier'ın başının üzerine koymadan önce Adalet Değneğini ona uzattı.

"Ne olursa olsun Aurelia halkının, safkan ve insaların çıkarlarını gözeteceğime, onları bu doğrultuda yöneteceğime yemin ediyorum."

"Ve Adalet Savaşçıları da beklenen kralın dönüşüyle onun tebaası olacağına yemin eder." dedi Ronan. Bir alkış tufanı kopmadan önce, Ronan'ın, gözlerini Adalet Değneği'nin ucundaki değerli taşa dikmiş olduğunu fark ettim. Ancak bu öyle kısa bir an sürdü ki, hayal gördüğümü düşünebilirdim. Ardından bütün Adalet Savaşçıları ve Ronan, dizlerinin üzerine çöktü. İnsalar ve safkanlar aynı anda kralı alkışlarken, herkes eşit gözüküyordu. Herkes mutlu. Bunun böyle sürmeyeceğini biliyordum.

"Senin de diz çökmen gerekmiyor mu?" dedi Callisto, koluma girmişken.
"Asla tam olarak Adalet Savaşçısı olmadım." Tuhaf bir şekilde güldüm.
"Biliyordum." diye mırıldandı.
Maia
Maia
Ana Karakter

Mesaj Sayısı : 17
Kayıt tarihi : 06/09/16
Yaş : 26

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Bölüm İki - Büyük Tufan Empty Geri: Bölüm İki - Büyük Tufan

Mesaj tarafından Callisto Cuma Haz. 16, 2017 2:27 am

‘Umudunu kaybetme benim küçük sevgilim, gün ışığı aydınlattıkça gökyüzü göreceğim seni güneş batana kadar. Saatler geçmek bilmez ise, ayı indireceğim gökyüzünden ve geri getireceğim güneşi. Eğer beklemek istemezsen yarına kadar, zamanı çalacağım tanrılardan. Eğer görmek istemezsen beni, kendimi yok edeceğim…’

Aah! Ne saçma umutsuz aşıklar ve saçma sapan felsefi düşünceleri. Ronan’ın kütüphanesinden çaldığım, yeşil karton kapaklı işlemeli kitabın kapağını hızlıca kapadım ve kapıya doğru fırlattım. O sırada, Ronan kapıyı açmış ve içeri giriyordu. Kafasına gelen kitabın ufak şoku ile olduğu yerde donup kalmıştı. Maia, öylesine hüzünlüydü ki bu sahneye gülecek umudu kendisinde göremiyordu. Ronan öylesine sinirliydi ki, beni öldürmemek için kendisini tutuyordu. Ben bunlardan hiçbirine sahip değildim. Gülebildiğim kadar güldüm, öylesine gülmüştüm ki bütün koridor benim kahkahalarım ile inliyordu adeta. Ronan yere düşen kitabı eline aldı ve tek kaşını kaldırarak ben dikmişti gözlerini. ‘İzinsiz eşyalarımı almaman gerekiyor. Bu, doğru değil.’ Dedi ve oldukça sinirliydi sesi. Ayağa kalktım ve Ronan’ın gözlerinin içine baktım. ‘Gerçekten mi Ronien?’ dedim, olmamız gerekenden daha fazla yaklaşarak. Ancak bu yakınlaşma pek uzun sürmemişti, kendini ileri doğru adım atarken omzuyla bana vurmuştu. Maia’nın omzundan sıkıca kavradı ve bana döndü. ‘Callisto, bizi biraz yalnız bırak lütfen.’ Dedi bana bile bakmazken. Hafifçe tebessüm ettim, insanları anlamak gerçekten güçtü. ‘Sanki ben hiç kahin değilmişim ve konuşacağınız bilmeyecekmişim gibi yapmamı istiyorsan tatlım, pekala.’ Kapıyı açtım ve hızlıca çarptım. Tek ayak üzerinde zıplayarak koridorda ilerliyordum. Saçlarım her zıplamamla birlikte gözüme geliyor ve bir süreliğine görmemi engelliyordu. Bahçeye doğru çıktığım zaman, açmış güller her yeri sarmıştı. Pencereden Ronan ve Maia gözüküyordu. Ronan’ın parlayan gözleri, Maia’nın üzgün halleri. ‘Onları görmek için kahin olmaya gerek yokmuş öyleyse.’ diye düşündüm.

Başımı usulca yasladığım ağacın altında gözlerimi kapadım. Düşüncelerimin akıp gitmesine, gerçekten yapmam gereken şeyleri düşündüm. ‘Callisto, kendine gel.’ Dedim usulca. Ne kadar değiştiğimi görebilmem beni ürkütüyordu. Ronan’ın beni odadan kovarken buna kırılıyor olma düşüncesi, Maia’nın bir şey dememesi bunları düşünüyor olmam bile beni korkutuyordu. Değişmek istemiyordum, umursamaz hayatımın ortasındayken sorunsuz olmamı seviyordum. Kimseye ihtiyacım olmadığı zamanları özlüyordum. Sallanan yaprakların çıkardığı senfonik ses adeta ninni gibi gelmişti. Gözlerim öylesine ağır gelmişti ki, açık tutamıyordum.

‘Hey elini ver bana.’ Bu hiç tanımadığım ancak kalbimin ortasından hissettiğim hoş bir tınısı olan sesti. Uçuşan kuşlar etrafımda dolanıyordu. Ayaklarım çıplaktı, saçlarım uçuşuyordu. Mağaramın önündeydim, etraf dağınıktı. Yıllarca yaşadığım, yalnız evimdeydim. Etrafımı kolaçan ettiğim zaman kimse yok gibi duruyordu. Ormanın içine doğru koşmaya başladım hızlıca. Arkası dönük bir siluetin saçları uçuşuyordu. Yeniden o sesi duymuştum, ‘Oysa geç kalmak sadece kurtulmak isteyenlerin uydurduğu bir yalandır Callisto. Asla geç değildir birisini tanımak ve sevmek için.’

Maia, uzandığım ağacın altından beni dürttüğü zaman gözlerim açıldı. Salık bıraktığı saçlarının arasına bir çiçek iliştirmişti. Çiçeği Ronan iliştirmişti saçına bunu görebiliyordum. ‘Daha iyi hissetmek için umursamamalısın.’ Dedim ona gülümseyerek. Bu aramızda çok fazla geçmeyen ciddi olan konuşmalardan bir tanesinin başlangıcıydı. ‘Şu sıralar, pek mümkün olmuyor. Xavier, tamamen farklı biriymiş gibi geliyor. ‘ dedi tedirgin bir ses tonu ile. ‘Her dakika bunu düşündüğün zaman, çabalamak için zamanını tüketmiş oluyorsun Maia.’ Dedim gülerek. ‘Ayrıca bugün, yemekte harika bir ziyafet varmış! Öyle söylediler bana.’ Dedim ayağa kalkarken. Yüzümde oluşan kocaman gülümseme ile Maia’ya baktım. ‘Her şey çok iyi olacak.’ Dedim. Bu bir şekilde Maia’nın içini rahatlatmıştı. Callisto olarak söylediğim için değildi, kahin olarak söylediğim için rahatlamıştı.

Boydan boya uzanan masanın üzeri hayatımda görmediğim yemekler ile donatılmıştı. Sayısız sandalye vardı, sayısız hizmetli vardı, sayısız konuk vardı… Herkes oldukça şık giyinmişti bu akşamki yemek için. Herkes yemek için oturacağı yerlere geçerken, Xavier Maia’nın elinden tutmuş masaya oturtuyordu. Maia, bugün olan halinin aksine gülümseyebiliyordu. Giydiği açık yeşil, dantellerle süslenmiş elbiseninin içerisinde büyülü gibiydi. Giydiğim beyaz elbisenin içerisinde, aynada kendime baktım. ‘Kesinlikle.’ Dedim sesli bir şekilde. Bu sefer solonda olanlar bana bakıyordu. ‘Kusursuz.’ Dedim gülümseyerek. Ronan içeri girdiği zaman ‘Pek sanmıyorum.’ Dedi bana bakarak. Hızlıca etrafımda döndüm ve elimi omzuna koydum. ‘Gerçekten de öyle mi dersin?’ dedim gülümseyerek. Buna pek karşılık verme gereksinimi duymadan sandalyesini çekti ve oturdu. Herkes yerlerine geçiyor ve oturuyordu. Ronan’ın yanında olan boş sandalyeye oturdum. Ronan yandan bana bakarak, ‘Burası kesinlikle dolu.’ Dedi. Etrafa bakındım. ‘Haklısın, ben oturuyorum.’ Dedim gülümseyerek ve önümde duran adının ne olduğunu bilmediğim şeyi tabağıma doldururken. ‘Daha yemek başlamadı, ah tanrım.’ Dedi Ronan elini yüzüne götürürken. ‘Başladı, ben yiyorum ya. ‘ dedim kaşığı ağzıma götürürken.

Bir daha asla, patlıcan yemedim. Yedikten sonra Ronan adını söylemişti ve bir daha yemeyeceğime ant içmiştim. Xavier ayağa kalktı ve eline altın varaklı kadehini aldı. Bıçağının kenarı ile hafifçe vurdu ve boğazını temizledi. ‘Ölen zavallı halkı selamlayarak başlamak istiyorum.’ Diyerek cümlesine başladı ki bu oldukça ilginç bir başlangıç sayılırdı. ‘Ancak zafer kan dökülmeden tarihe yazılamaz. Bu bizim için bir dönüm noktası olacaktır kuşkusuz. Bugün, ben bir zafer kazanırken…’ o sırada Ronan’a doğru eğildim. ‘Eminim sadece kendisi kazanmıştır.’ Dedim. Ronan şu ana kadar bana katıldığı tek cümleyi söylemişim gibi bana baktı. ‘Ve evet, bugünden sonra çok şey değişeceğine şüpheniz olmasın.’ Dedi gülümseyerek. Herkes alkışlama seremonisini gerçekleştirdikten sonra yemeklerini yemeğe devam ettiler.

Sulu gözüken domuzun kalçasını bıçakla tabağıma koymaya çalışırken kapıyı hızla korumalar açtı. Koştukları her hallerinden belli oluyordu. Derin bir nefes aldılar ve konuşmaya başladılar. ‘Durdurmaya çalıştım ancak…’ dediği sırada içeri giren kızıl saçlı, uzun boylu, kaslı adam üstüne giymiş olduğu ipekten gömleğinin üç düğmesini açmıştı. Korumaların aksine oldukça durgun ve sakin bir ses tonu ile konuşmasına başladı. ‘Bu güzel yemeğinizi bölmek istemezdim, ancak arayışımı mazur görün lütfen.’ Ses tonu hiç duymadığım kadar dinlendirici ve yumuşaktı, oldukça da tanıdık. Gözlerimiz birbiri ile karşılaştığı zaman duraksamamıza karşı koyamamıştık.

Yağan yağmur, kurumuş toprağa hayat vermişti. Adeta ölecek adama, son öpücüğünü veren sevgilisi gibiydi bu yağmur. Bakır saçları olan kadın karşısında duran ikiz bebeklerine hayretle bakıyordu. Kızıl saçları doğuştan boğanmış gibiydi. Büyülü ya da fantastik duruyordu kadın için. Durmaksızın ağlayan ikiz kızı kucağına almaktan başka bir şansı kalmamıştı. Diğer bebek öylesine sakin ve sessizdi ki, herkesin hayallerinde düşlediği bebek olabilme statüsünü taşıyordu. Dışarıda yağan yağmur kendini fırtınaya bırakmıştı bir süre sonra. Evi yıkarcasına çalınan kapının ardından…

Xavier’ın boğuk sesi düşlerimin kaybolmasına neden oldu. ‘Tanıt kendini bize.’ Diyordu. Gözlerimizin kesiştiği o noktada ikimiz de sadece birbirimize bakabiliyorduk. ‘Bu garip bir rastlandı oldu hayatımızda, beklemediğimiz bir zamanda üstelik.’ Diyebildi gözlerini benden ayırdıktan sonra. Herkes şaşkınlıkla bakıyor, yanındakilerle fısıldaşıyorlardı. Bir adım ileri attı, ‘Geç kaldıysam kendimi tanıtmak için, özürlerimi kabul edin lütfen. Adım, Fierno. Uzak bir diyardan buraya sizler için geldim. Uzun yollar ve fırtınalar atlattım. Dünya’nın esrarengizliği beni şaşırttı ancak bu yolculuk sırasında. Ne gariptir, ummadığım bir anı ile karşılaşıyorum şu an.’ Kimse ne dediğini anlamıyordu benim dışımda. ‘Anıları görebilmek için, bilmek gerekiyor.’ Dedi gülümseyerek.

Xavier’ın bu gizemli konuğu için sabrı kalmıyordu. Onu övmemiz gereken bu kutsal gecede bütün ilgiyi üzerinden kaybediyordu. Ayağa kalkacağı zaman, ondan önce davrandım. Ronan ukala gülümsemesi ile, ‘Callisto için yeni bir av.’ Dedi. Arkamı döndüm, ‘Senden sonra tatlım.’ Dedim. Fierno’nun kolundan tuttum ve yemek salonundan hızlıca çıkardım. Sormam gereken o kadar çok şey vardı ki, kalbim durmaksızın atıyordu. Fierno, benim ikiz kardeşimdi!
Callisto
Callisto

Mesaj Sayısı : 7
Kayıt tarihi : 02/12/16
Yaş : 27

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Bölüm İki - Büyük Tufan Empty Geri: Bölüm İki - Büyük Tufan

Mesaj tarafından Ronan Cuma Haz. 16, 2017 2:05 pm

Kütüphanede her zaman oturduğu yere oturmuş olan Maia'ya doğru giderken elimdeki çiçeğin bana ağırlık yaptığını hissediyordum. Titrek bir nefes aldım. Onca insana karşı konuşma yaparken hiç bu kadar gerilmemiştim. Maia'nın karşısındaki koltuğa oturduğumda yüzünün solgunluğunu, alnında kaşlarını çatmasıyla oluşan kırışıklığı fark etmiştim.
'Sorun ne?' dedim çiçeği göremeyeceği bir yere koyarak. Derin bir iç çekti ve ellerini kavuşturup yere baktı. Cevap vereceğini düşünmüştüm ama yanılmıştım.

'Mutlu olman gerekmiyor mu? Her zaman istediğin şey oldu işte. Xavier artık kral, istediği her şeyi elde edebilir, sen de dahil. Uzun zamandır nefret ettiğin Ronan ise onun bir hizmetkarı oldu.'

Bunları söylemek iyi bir fikir değildi. Ağzımdan çıktığı an bunu fark etsem de kendimi tutamamıştım. Pek romantik bir başlangıç sayılmazdı.

'Callisto'yu da yanımıza çağırsak iyi olurdu, neden ikimiz konuşuyoruz ki?' diye homurdanıp ayağı kalkmaya davrandı. Bir anda uzanıp kolundan tuttum. 'Maia.' Bu sefer kaçmasına izin vermeyecektim. 'Ben...'

'Bu iş... Kötüye gidecekmiş gibi hissediyorum, Ronan.' Sesinin titriyordu, yine de devam etti. 'Xavier hayatı boyunca hapis kalmış, hiçbir zaman istediği gibi davranamamış biri. Şimdi bütün güç onda ve...'

'Bir dakika,' diye böldüm onu. 'Xavier'dan mı şüpheleniyorsun? Senin Xavier'ından?' Bunu demek acı verse de bu böyleydi, Xavier'a en çok inanan kişi hep Maia'ydı.
'Ne değişti ki?'

'Gözleri...' diye mırıldandı, daha çok kendi kendine.

'Artık tanrı yarısını kontrol edebiliyor, biliyorsun.' Onu ikna ederken, kendimi de ikna etmeye çalışıyor gibiydim.
'Ne olursa olsun, tanrı güçleri tanrı istekleriyle beraber gelir. Martell'in bu kadar iyi bir hükümdar olmasının sebebi halktan birisi olması ve bunu hiçbir zaman unutmamasıydı. O bir tanrı Ronan. Korkuyorum... Artık tanıdığım Xavier olmayacak diye korkuyorum.' Titremeye başlayınca onu kollarıma aldım. Artık otomatikman yaptığım bir şeydi bu. Bu kadar yakınken bile o kadar uzaktaydık ki. Vücudu burada olsa bile aklı bambaşka yerlerdeydi, biliyordum. Onun için endişelense bile her zaman Xavier'ı düşünüyordu.
'Maia, yalnız değilsin. Unutma.' Gözlerini bana çevirdiğinde kendimi tutmaya çalıştım. Birisi yeşil, birisi mavi gözlerine baktım. Aynı benimkiler gibi. Aramızda sadece santimler vardı. Uzanıp onu öpmek o kadar kolaydı ki... Ama yapmadım. Şu zamana kadar ona zorla çok şey yaptırmıştım, artık yaptıramazdım. Bir şeyler değişmişti içimde. Onu elde edemeyeceğimi bilsem de, onu korumaya çalışabilirdim. Bu yapabileceğim en iyi şey olurdu.
Kalpsiz insanlar bile aşık olabiliyormuş demek, diye düşündüm çiçeği elime alıp yavaşça Maia'nın saçına takarken.


Elimdeki çatalı dalgınca çeviriyordum. Hayatımda hiçbir zaman saray yemekleri bu kadar sıkıcı gelmemişti. Baş koltuğa gözümü dikmemeye çalışarak Callisto'nun patlıcan yemesine neşelenmeyi denesem de yanındaki kızıl saçlı geldikten sonra bu eskisi kadar eğlenceli gelmiyordu.

"Bize... Hikayeni anlatabilir misin...?"

"Fierno, kraliçem." dedi kızıl saçlı çocuk. Maia kıpkırmızı olurken, "O kraliçe değil." dedim homurdanarak.

"Ah, benim kabahatım!" Her sözü bir tiyatro oyunundaymışçasına söylemesi şimdiden onu bıçaklama isteğiyle doldurmuştu beni.

"Ortamdaki bütün erkeklerden nefret ediyor gibisin, Ronnie," diye takıldı Callisto, bana doğru eğilerek. Bir eliyle tuttuğu şarap kadehini kafasına dikti.

"Öyle," diye homurdandım. Neredeyse kollarımı kavuşturup küskün bir çocuk gibi geriye yaslanacaktım.

"İyi, benden nefret etmemene sevindim." diyerek yeni çocuğa döndü. Ona cevap yetiştirmek istememe bile kızgındım. Niye umrumdaydı ki? Şimdi birken iki olmuşlardı.

"Daha doğduğumuzda kız kardeşimle yollarımız ayrıldı. Inveida'dan çok uzağa sürüklendim. Bütün dünyayı söylentiler doğru mu, tanrılar tekrar dünyaya bir insan gönderdi mi sorularının cevabını bulmak için dolaştım. Sonunda onu buldum. Ne kader ki, kardeşimi de."

Bir süre çatal kaşık sesleri dışında bir ses duyulmadı. Xavier ve yanında oturan Maia Fierno'ya bön bön bakıyordu.

"Xavier'ın Yer'in oğlu değil." diyebildi sonunda Xavier'ın diğer tarafında oturan, safkanların lideri olan adam. Uzun siyah saçları, her yerindeki yara izleri ve kaba tavrıyla Ulu Saray'ı kirlettiğini düşünsem de, artık karar hakkının bende olmadığını acı bir şekilde hatırladım.

"Öyle ya, bu da söylentiler arasındaydı. Neyin doğru olduğunu bilemedim." diye mırıldandı Fierno, daha çok kendi kendine.

"Yeter," Xavier'ın ifadesinden onun da benim kadar siniri bozulmuş olduğunu görebiliyordum. "Seni burada barındırmam için bir neden söyle." dedi sadede gelip.

"Xavy, bunu nasıl söylersin?" Callisto ayağı kalkıp Fierno'nun koluna sarılmıştı. "Benim kardeşim o!"

"Sadece ailenden duyduğun kardeşin birden bire ortaya çıkıyor ve sen hemen ona güveniyor musun?" Xavier ellerini masaya koymuştu. Maia gergin bir şekilde kralın kolunu tuttu.

"Biraz sakinleşsek daha iyi olur sanki, değil mi?" Maia'nın dokunuşunun Xavier'ın üzerindeki etkisini ister istemez kabul ettim. Kral tekrar yerine oturmuş, zorla içkisinden bir yudum almıştı.

"Bence dünyanın ucundan gelen bir konuğu geri çevirmek, hoş olmaz." dedi Maia, kedi gibi ince bir sesle.

"Sen de mi onun tarafındasın?" diye patladı Xavier, onun düşürmek üzere olduğu bardağı Maia zorlukla tutmuştu.

"Burada taraf yok, oğul. Bir kral olarak duygularına göre davranamazsın." Safkanların lideri Xavier'ın omzundan tutmuş, onu adeta zaptetmişti. Xavier itiraz etmeye kalksa da, adamın etrafında saygı uyandırdığı belliydi. "Bir kral hiçbir konuğu geri çevirmez. Eğer bir hata yaparsa, onu o zaman düşünürüz." Bir sessizlik oldu. Herkes Xavier'a bakıyordu. O inatçı bir şekilde kızıl çocuğa bakmayı sürdürse de sonunda omuzları gevşedi ve pes etti.

"Öyle olsun. Misafirimizsin." dedi kuru bir sesle. Callisto kardeşine bir daha sarıldı, Maia derin bir nefes alıp neredeyse gülümsemeyi başardı. Ta ki gözleri Xavier'ın diğer tarafında oturan safkanla kesişinceye kadar, ikisi de neredeyse aynı mimikle somurttular. Bu zihnimde bir soru işaretine sebep oldu. Tuhaf, diye düşündüm. Yine de bu başka bir günün konusuydu. Maia'nın düşüncelerini bütün yemek boyunca değerlendirmeye çalışmıştım. Xavier sinirli bir insan olsa da, bu kadar da sinirli değildi. Sanki daha tatminsiz olmuştu. Tanrı istekleri, diye düşündüm. Her şeyi elde edebilecek biri ne yapar? Her zaman daha fazlasını ister, daha da fazlasını... Sonunda bütün dünyayı yiyip bitirir. Sandalyeye yasladığım Adalet Değneği'ni elime alarak rahatlamaya çalıştım. Tanrılar, bize yardım edin, diye düşünmeden edemedim.
Ronan
Ronan

Mesaj Sayısı : 1
Kayıt tarihi : 06/12/16
Yaş : 32
Nerden : Aurelia

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Bölüm İki - Büyük Tufan Empty Geri: Bölüm İki - Büyük Tufan

Mesaj tarafından Fierno Cuma Haz. 16, 2017 3:14 pm

Hayatımda kurduğum değişik varyasyonlar içerisinde, Dünya’da sahip olduğum bir aile ihtimal dahilinde değildi. Odamı gösteren, yaşı on yılları geçmiş beyaz saçlı kadın, kırmızı bir elbise giymişti. Saçlarını arkadan bağladığı soplara ile, arkasını döndüğü sıralarda bana gülümsemeyi ihmal etmiyordu. Bunu karşılıksız bırakmıyordum her seferinde. Beyaz devasa kapını önünde, elinde tuttuğu yüzlerce arasından doğru olanı bir şekilde biliyor ve kapıyı açıyordu. ‘Yardımcı olmanız benim için bir onurdur.’ Dedim yaşlı kadına. Bir şey konuşmadan, başıyla selamlayıp koridorun sonuna doğru kayboldu. Beyaz ahşaplar özenle oyulmuş, tertemiz gözüküyordu. Pencerem sonuna kadar açılmış, rüzgârın etkisi ile tüller odanın içerisinde dört bir yana savruluyordu. ‘Ne hoş bir meltem.’ Dedim gözlerimi kapayarak. Yatağın üstüne oturana kadar bu kadar yumuşak olabileceğini düşünmemiştim. Bütün bedenim yatak ile tamamen birleşmişti. Gözlerimi kapadığım zaman, meltem kulağıma fısıldıyordu. Sessiz ve usulca.

…kudretli bir kadın kapının ardından gözüküyordu. Öylesine ihtişamlı ve korkutucuydu ki, ne yapacağını bilemeyen kadın acı ile feryat ediyordu. Annelik iç güdüleri, korkutucu gerçeği hissediyor olmalıydı. Tırnakları devasa uzunlukta olan kadın evin içerisine adım attığı anda büyük bir sessizlik oluşmuştu. Bebekler susmuştu, kadın dilini yutmuştu. ‘Erkeği al.’ Dedi kudretli kadın ve bir adım yaklaştı elinde kız bebeği tutan kadına. ‘Bugün şanslısın, Callisto seninle kalıyor.’ Dedi bir şey demesini beklemeden. O gün, kızının adı belli olmuştu. Callisto.

‘Fierno.’ Dedi boğuk ses. Bu Xavier’ın sesiydi. Üstümü düzelttim, karmaşık anıların bilinmezlik duygusunu kısa bir süreliğine unutmaya çalıştım. ‘Merhaba, Xavier. Şayet kral demem gerekiyorsa, öyle hitap edebilirim.’ Ellerimi birleştirmiştim önümde. Hafifçe eğilerek selamladım. Xavier başına geçirdiği tacı düzelterek bir sandalye çekti kendine. Ayakta diyeceklerini bekliyordum sadece. ‘Beni öldürmek isteyen bir kadının zavallı bir kuklası olarak buraya gelmeni gülünç buluyorum. ‘Dedi gülümseyerek. ‘Kukla olduğumu düşündüren her neyse size yanlış anlaşıldığımı üzülerek söylemek zorundayım, sayın kralımız.’ Dünya’da yaşayanların böylesine kesin fikirli ve öfkeli olmalarını anlayamıyordum. Hakkımda bildikleri tek şey, adımın Fierno oluşuydu. Xavier sesini biraz daha yükseltmişti. ‘Ancak üzülerek söylemek zorundayım ki, günü geldiği zaman kelleni bana yapacakları gibi herkese sergileyeceğim. Ve gün gelecek ki, Tanrıçanın ölü bedenini seninkinin üzerine dikeceğim. Bundan oldukça zevk alacağımı eklememe gerek yoktur. ‘Dedi bu sefer şeytani gülümsemesini çekinmeden bana gösteriyordu. ‘Bu gerçekten kötü bir son olurdu.’ Diyebildim. Hafifçe öksürdüm ve ekleyecek bir iki kelimem daha olduğuna kanaat getirdim. ‘Ancak unutmamalısınız, kullanılmayı bilinmeyen güç yavaş yavaş sizi yok edecektir. Bunu saygısızlık olarak algılanmasını istemem, ufak bir tavsiye gibi düşünürseniz beni mutlu edersiniz.’ Dedim başımı aşağı eğerek. Kapının açılması ile birlikte Callisto büyük bir hışım ile içeri girdi. ‘İkiz kardeşim hakkında böyle davranman hoşuma gitmiyor.’ Dedi ki oldukça ciddi bir ses tonu vardı. ‘Callisto canını yakmak istemiyorum, bu işe karışma.’ Dedi Xavier ayağa kalkarak. Callisto bir adım daha yaklaştı ve Xavier’ın kulağına fısıldadı. ‘Sakın beni küçümseme, bu yapabileceğin ahmakça şey olur.’ Dedi ve bir adım geri çekildi. ‘Hatırladığım diğer bir hikâyede küçük görülen bir yarı tanrı vardı ölmek üzere olan. ‘Dedi ve elimden sıkıca kavradı. ‘Bunu yapmana gerek yok Callisto, insanlar yanlışlıklar yaparak doğruları bulabilirler ancak. Xavier’ın sadece aklı karışmış durumda. Hak vermemek elde değil.’ Dedim ortama yumuşatmak istercesine.

Sabahın ilk ışıkları doğmadan bahçeye doğru ilerledim. Elime aldığım deri kaplı defteri sıkıca kavradım ve çiçeklerin özgürce açtığı ve uzandığı bir yere oturdum. Hafif esen meltem kendisini poyraza bırakıyordu yavaş yavaş. Güneş ufuktan yavaşça doğarken kulaklarımın işittiği tıkırtılara aldırmadan edemedim. ‘Burası benim en sevdiğim yer.’ Diyordu kısa, kumral saçlı kız. Gizlemeye çalıştığı buruk ve hüzünlü bakışlarını içimde hissediyordum. ‘Benim de adaylarımdan bir tanesi.’ Diyebildim çiçeklerin kokusunu ciğerime doldururken. ‘Huzur, gizlenmiş duygularımızı dinleyebileceğimiz en kutsal his olsa gerek.’ Dedim derin bir nefes çekerken. Kız yanıma usulca oturmuş ellerini arkaya dayayarak destek alıyordu. ‘Son zamanlar oldukça kafa karıştırıcı. Bu arada, ben Maia.’ Dedi elini bana uzatarak. Elimde tuttuğum defteri yeşil çimlerin arasına iliştirdim ve elimi uzattım. ‘Fierno Da Luosie.’ Dedim gülümseyerek. Güneş yavaşça doğarken Dünya aydınlanıyordu. Kuşlar ötmeye başlamıştı. Arılar bal yapmak için çiçek çiçek dolaşıyordu. ‘Hüzünlü görünüyorsun.’ Diyebildim kıza bakarken. Başını onaylarcasına sallamıştı. ‘Karmaşık duygular yavaş yavaş bedenini ele geçiyor insanın. Sıradan hayatımın geldiği hal beni şaşırtıyor ve korkutuyor. Bundan daha fazla neler olabilir diye düşünüyorum sadece, bilirsin ya.’ Dedi karşılık beklercesine. ‘Bunu anlayamıyorum.’ Dedim istediği onayı veremeyerek. ‘Ancak bildiğim bir şey var.’ Dedim usulca.

‘Gün doğmadan, çiçekler açmadan, kuşlar ötüşmeye başlamadan her gün öncesi bir umut kaplar insanın fani ruhunun içini. O umut öylesine tehlikeli ve büyüktür ki, o umudu kaybetmeyen her kimse her şeyi başarır. ‘ dedim ve uçan kuşlara selam verdim. Gözlerini tam gözlerimin içine bakıyordu. Gülümsedim. ‘Umutsuzluk için fazla umut doluyuz Maia.’ Dedim gülmeme devam ederek. Sözlerim onu mutlu etmiş olmalıydı, gülümsememe karşılık verdi.

Ronan, yemek salonuna girdiği zaman bütün gözler ona bakıyordu. Çatalıma aldığım yumuşak jöleyi tabağa usulca bıraktım. ‘Callisto ve Xavier.’ Dedi o an herkes bir iç güdü ile ayağa kalkmıştı. O an duyduğum şey, Callisto’nun çığlıklarıydı. Yanımda oturan Maia apar topar kalkmış koridora doğru koşuyordu. ‘Gerçekleri duymak neden seni bu kadar tedirgin ediyor anlamıyorum.’ Diyordu Callisto olabildiğince bağırarak. ‘Ben bir kahinim, gerçeklik benim gerçeğim.’ Diyordu ardından. Xavier, Callisto’nun boynundan sıkıca kavramış yere fırlatıyordu. Ronan, Xavier’ın kolundan kavramıştı. ‘Buna sakın cüret etme.’ Diyordu. Callisto yerden kendini kaldırmaya çalışırken bütün pencereler ve kapılar aniden açılmıştı. Rüzgar bütün koridoru dolduruyordu, herkesin saçlarının uçmasını sağlıyordu. ‘Neden onlara, küçük planlarından bahsetmiyorsun Xavier.’ Diyordu Callisto. Kardeşimin yanına doğru ilerledim elimi uzattım ve onu düştüğü yerden kaldırdım. ‘Gerçekler seni bu kadar sinirlendiriyorsa, sorun sende olabilir Xavier.’ Dedim. Maia, koşarak Xavier’ın yanına gelmişti. Göz yaşlarına hâkim olamıyordu, uzun bir sessizlik oldu. Herkesin duyabildiği son şey Maia’nın sözleriydi. ‘İnancımı bitiyorsun, her şeye karşı.’ Diyordu titreyen sesi ile.

O gece yemek yemek için kimse bir araya gelmemişti. Koridorda oluşan sessizlik rahatlatıcı değil fazlasıyla rahatsız edici bir düzeye ulaşmıştı. Odamın kapısını kapattım ve Maia’nın odasına doğru ilerledim. Kapıyı tıklattım ve bir süre bekledim. Uyuduğunu düşünerek odama doğru ilerlerken bir ses yükseldi odasından. ‘İçeri gel.’ Diyordu. Kapıyı açtım, yerde oturmuştu. Gözlerine kan oturmuştu, beni gördüğü zaman ayağa kalktı ve sıkıca sarıldı. Omzumda ağlamaya devam ederken ellerimi nereye koyacağımı bilemiyordum, sırtını sıvazladım. ‘Her şey iyi olacak.’ Diyebildim umutsuzca.
Fierno
Fierno

Mesaj Sayısı : 2
Kayıt tarihi : 15/06/17

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Bölüm İki - Büyük Tufan Empty Geri: Bölüm İki - Büyük Tufan

Mesaj tarafından Maia Cuma Haz. 16, 2017 4:36 pm

Gece ikimizi de uyku tutmadı. Ben de mum ışığının sağladığı kısıtlı ışığın altında, kollarımla bacaklarımı sarmış bir şekilde Fierno'ya her şeyi anlatırken buldum kendimi. Kötü bir anımda yanımda olduğu için mi, Callisto'nun kardeşi olduğu için mi bilmiyordum ama bir şekilde ona güveniyordum. O an bir yoldaşa o kadar ihtiyacım vardı ki, geri kalan hiçbir şeyi düşünmemiştim. Fierno sadık bir dinleyiciydi, hiç lafımı kesmeden, başını hafifçe yana eğerek ve gözlerini gözlerime kilitleyerek söylediğim her şeyi dinlemişti. Gün ağırmaya başlarken hikayem bitmiş, sessizleşmiştim. Fierno sürahiden doldurduğu bir bardak suyu bana uzattı. Suyu içtikten sonra onu çözmek istiyormuş gibi baktım ona.

"Niye bana bu kadar iyi davranıyorsun?" dedim ister istemez. Absürt bir şey söylemişim gibi bana baktı.

"İyi davranmakta bir sakınca mı var?" Başımı iki yana salladım. Sakınca yoktu, sadece... Hiç alışık değildim. Sanki çalkantılı hayatımda bir mola gibiydi o. Nazikçe bakan gözleri kendimi tuhaf hissetmeme sebep olmadan önce ayağı kalktım.

"Ben... Xavier'la konuşsam iyi olacak." Arkamı dönsem de odadan çıkmadan Fierno kolumdan yakaladı. Bir an birbirimize baktıktan sonra elektrik çarpmış gibi geri çekildik.

"Gitmesen daha iyi olacak, Maia." Anlayamamıştım. Gözlerimi kırpıştırarak ona baktım. Arkamdaki duvara bakmaya başlayarak dudağını ısırdı. "Sadece bir tavsiye, tabii. Bir de, şu safkan, Lycan'la yakın bir zamanda konuşmalısın bence." Gözlerimi ondan kaçırdım. Bir şeyler bildiğini anlayabiliyordum ama gerçeklerden kaçınmaya çalışmaktan olsa gerek, söylediklerini dikkate almak istemiyordum. Ona cevap vermek istedim, haksız olduğunu söylemek istedim ama ağzımdan hiçbir şey çıkmadı. Düşündüklerimi bakışlarımdan anlamasını umdum. Gitmek zorundayım. Bu benim görevim. Xavier'a gözkulak olmalıydım. Sadece beni ilgilendiren konular bekleyebilirdi.


Xavier'ın odasının kapısını açtıktan sonra bir an duraksadım. Giyinmeye çalışan safkan kız geldiğimi görünce bana baktı, sonra gözlerini sızmış Xavier'a çevirdi. Omuz silktikten sonra elbisesini başından aşağı geçirip yanımdan geçip gitti. Odadaki şarap sürahilerini toplayıp masaya koydum. On iki taneydi. Çığlık atmamak için yanağımın içini ısırdım. Xavier homurdanıp yatakta sırtüstü döndü. Dayanamayıp yatağın başında durdum. Belki uyanır diye umutlansam da uykusunda bir şeyler homurdandı sadece. Derin bir nefes almak yerine aklıma daha iyi bir şey gelmişti. Geri çekildim ve bütün gücümle Xavier'ın yanağına bir tokat indirdim. Bir an yaptığıma ben bile inanamasam da oldukça rahatlamıştım. Bir an için. Xavier'ın çivit mavisi gözlerini açmasıyla kendimi yerde bulmam bir oldu. Gözlerim bir anda tavana dikiliydi, kulaklarım çınlıyordu. Xavier görüş alanıma girdi ve beni ayağı kaldırdı. Ellerini çekmesiyle devrilecek gibi tökezlemem bir oldu. Xavier beni kucağına aldı ve yatağı oturttu. Bir şeyler söyleyip odadan çıktı. Kulaklarımın çınlaması geçene kadar somurtarak oturmaktan başka bir şey yapamadım. Çok masum sayılmazdım, bütün gücümle ona vurmuştum ama yine de bu yere yapışmamla bütün kaslarımın ve kemiklerimin ağrımasını telafi etmiyordu.

"Beni şaşırttın." Xavier dönmüştü. Bir bardak suyu bana uzattı ve yanıma oturdu. "Sanırım ilk önce bana niye vurduğunu sormalıyım." Kaşlarımı çatarak ona baktım.

"İçkili olduğun için pek bir şey hatırlamadığını varsayıyorum." Başını salladı, yine de yamuk gülüşünü bastırmamıştı.

"Tanrı olmanın en iyi yanı akşamdan kalmalığın olmaması sanırım." Elimdeki bardak başından aşağı boşalmak için yalvarıyordu sanki.

"Yanındaki kızı da hatırlamıyorsundur." dedim düz bir sesle. Bir an aramızda bir sessizlilk oldu. Bununla hiçbir yere varamayacağımı anladığımda derin bir nefes aldım.

"Bana dünkü olaydan bahset. Callisto ile aranızda geçen olay. Tam olarak ne oldu?" Callisto'ya öyle davrandığı için pişman görüneceğini düşünmüştüm ama tam tersi bir şekilde kaşlarını çattı.

"Callisto onu ilgilendirmeye işlere karışıyor." Çivit mavisi gözleri tanrısal ışıkla parlıyordu.

"Onu ilgilendirmeyen işler mi? O senin arkadaşın. Yani sayılır. Onu ilgilendirmeyen ne olabilir?" İnatla ağzını kapalı tuttu.

"Bu beni de mi ilgilendirmiyor, Xavier?" Kendimi zorlayıp elini tuttum. Onun zaafı olduğumu biliyordum ve bu hislerini kullanmak istemiyordum ama başka şansım yoktu. Kendimi çok kötü hissetsem de.

"Tabii ki de ilgilendiriyor. Maia, seni sevdiğimi biliyorsun." Öyle mi, diye düşündüm. Sinirlenmeme engel olamadım. Bana pislikmişim gibi davrandığı onca zamandan sonra kollarına atılmamı beklemişti Kendisi hiçbir şey yapmadan hem de. Her zaman herkesin onunla ilgilenmesini istiyordu ama o karşılığını vermiyordu. Rahibe Thea'nın küçükken bana anlattıklarını hatırladım. Beraber bahçede iş yaparken bana tanrılardan bahsederdi. Aslına bakarsan tanrılar da çocuk gibidir, derdi hep. Onlara tapılmasını, kulluk edilmesini isterler. İstemedikleri bir şey olduğundaysa yer ve gök felaketlerini gönderirler. Onlar için her şey bu şekilde bir döngüdür. Rahibe Thea, onun derslerini daha iyi dinlemeliydim.

"O zaman söyle, Callisto'ya vurmanı sağlayacak kadar önemli ne geçiyor aklından?" Sesim biraz sert çıkmıştı ama Xavier bunu fark etmemiş gibiydi. Heyecanla ellerimi tuttu.

"Ronan'ın odasındaki kitaplardan birkaçına bakıyordum." Tanrım, Ronan'ın odasını almıştı. Ronan küplere binmiş olmalıydı. "Orada ölüler kısmında bir şeyler gördüm." Söylediklerini sindirmek için gözlerimi kırpıştırdım. O kitapları aylar önceden ezberlemiştim. Neden bahsettiğini biliyordum.

"Ölüleri diriltmek. Bundan mı bahsediyorsun?"

Başını salladı. "Yalnızca tanrıların arzusuyla gerçekleştiği yazıyordu. Eh, ben tanrıyım."

"Xavier, ölü diriltmenin büyük sonuçları vardır. Yapan kişi ruhani dengesini-"

"Maia, ben sıradan bir insan değilim. Bu etkiler bana işlemeyecek, biliyorum. Rosa'yı geri getirmeyi istemiyor musun, anlamıyorum." Sesi heyecanlıdan öfkeliye doğru kaymaya başlamıştı.

"Tabii ki de Rosalind'i özledim." Ama ölülerin ölü kalması gerekir. Bunu herkes bilir. Xavier giderek daha fazla şey istiyordu. Dünyanın düzenine uymayan şeyleri.

"O zaman tartışacak bir şey yok." dedi ipek gibi bir sesle. Onunla tartışmak hiçbir zaman mümkün olmamıştı zaten. Onun odasında kendimi bir kafeste gibi hissetmeye başlamıştım. Ellerinin kavrayışından kurtulup ayağı kalktım.

"Gitsem iyi olacak artık, tartışacak bir şey kalmadığına göre." İstediği şeyi yapacaktı. Biliyordum. "Maia." Bu aralar neden herkes kolumu tutuyordu? "Gitme." dedi ve ona baktığımda bir an eski Xavier'ı gördüm. Onun yanında olmak o kadar kolay ve rahat olurdu ki benim için. Onu seviyordum, bunu biliyordum. Bunu o da biliyordu ve bunu kullanıyordu. İşte buna katlanamazdım.

"Başka bir safkan kız çağırırsın Xavier, senin için sorun olmaz. Eğer Rosa gibi bir kız bulamazsan da benim gibi melez kızlar Ulu Saray'da oldukça fazla, merak etme." Kolumu kurtarıp hızla odadan çıktım ve kapıyı çarpmama engel olamadım.
Maia
Maia
Ana Karakter

Mesaj Sayısı : 17
Kayıt tarihi : 06/09/16
Yaş : 26

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Bölüm İki - Büyük Tufan Empty Geri: Bölüm İki - Büyük Tufan

Mesaj tarafından Callisto Cuma Haz. 16, 2017 11:03 pm

Kızaran boynuma aynanın karşısında bakıyordum. Elimi boynumun üzerinde gezdirdim, bu bir nokta olmuştu. Benim unutmayacağım gibi, bunu asla Xavier’da unutmayacaktı. Aynanın karşısında yavaşça yere çömeldim, önüme düşen saçlarımı arkaya atmak için uğraşmadım. ‘Ahh…’ dedim aynaya bakarken, ardından gelen gülmeme engel olmamıştım. Gülebildiğim kadar gülüyorum. Odanın her bir duvarı gülmemle inliyordu, buna izin verdim. Boğazımda düğümlenen acı, gülmemin ardından ağlamaya bırakmıştı kendini. Yıllar sonra bu duygu ile yüzleşmek korkutucu bir deneyimdi. ‘Ah kendine gel Callisto.’ Ayağa kalkıyordum, kapının tıklandığını işittim ardından Ronan odanın içine girdi. Gözleri büyümüştü, beyaz saçları açık pencereden gelen rüzgarla hareket ediyordu. Ne diyeceğini bilemiyordu. Kocaman gülümsedim, ‘Ah düşüneceğim ki beni önemseyip nasıl olduğumu öğrenmeye geldin.’ Arkamı dönüp birkaç iş ile uğraşıyormuş gibi davranıyordum. Hafifçe öksürdü, ne diyeceğini bilmiyordu. Bunun farkında olmamaya çalışıyordum ancak farkındaydım. ‘Aslına bakılırsa.’ Dedi. ‘Kötü olmam için bir neden yok Ronan, rahat olabilirsin.’ Dedim. Pencerenin pervazına oturdum ve bacaklarımı aşağı sallandırıyordum. ‘Ah, tabii ki iyisin.’ Sonrasında kendi kendine mırıldandı ‘Ne aptalım, hiç gelmemeliydim.’ Dedi. Kapıyı açtıktan sonra arkamı döndüm, ‘Bunu hiç yaşanmamış varsayalım.’

O gecenin devamında her şeyin sessiz ve sakin geçeceğini düşünmüştüm. Ronan’ın beni bıraktığı yerde oturmaya devam ediyordum. Kapının açıldığını fark ettiğim sırada ses ardından geldi, ‘Çok üzgünüm.’ Bu Maia’nın sesiydi. Pencereden indim ve Maia’ya baktım. ‘Neden tatlım?’ dedim gülümseyerek. Maia’nın şişmiş gözlerine, kırılmış kalbine, dağılmış saçlarına bakıyordum. Bir adım attım ve saçını arkaya attım. ‘Yalan söylediğim için üzgünüm.’ Bu sefer bana anlamsızca bakıyordu. ‘Her şey iyi olacağını söylerken yalan söylüyordum.’ Dedim başımı yere eğerek. Maia, bunu duymayı beklemiyordu. Bir yalana en fazla ne kadar inanabiliyorsa o kadar inanmayı seçiyordu. ‘Felaketi görüyorum sanki, günlerdir dağılmayan bir kara bulutun içerisindeyim Maia. Eskiden bunu, önemsemiyordum.’ Anlamsızca bakamaya devam ediyordu. ‘Ancak bir şeyler değişti, ailem gibi hissediyorum.’ Elimi kalbime götürmüştüm. ‘Aileme zarar gelme düşüncesi, beni ürkütüyor.’ Dedim başımı eğerken. Maia böyle bir konuşmayı beklemiyordu.  ‘ Callisto.’ Dedi sesi titrerken. ‘Bir şey demek zorunda değilsin, sevgililerin en güzeli karşılıksız sevebilmektir.’ O gece Maia benimle beraber yatakta uyudu. Öylesine ferah ve yemyeşil kokuyordu ki, kokusu somut bir duygu gibi tanımlanabiliyordu. O uyuduktan sonra başımı tavana diktim. Uykusunda ağladığı her an, elimle başını kavradım ve sıkıca sarıldım.

Uyuyamadığım akşamın arkasından sabah gün doğmadan elbisemi üstüme geçirdim. Fierno’nun odasına doğru koştum. Kapıyı açtığım zaman, penceresinin önünde oturmuş bir şeyler yazıyordu. ‘Neden buraya geldin?’ diye sordum nefes nefese kalmış bir şekilde. Elindeki defteri yanına bıraktı ve yutkundu. ‘Hesap soracağın kişi ben değilim, fevri davranıyorsun.’ Dedi oldukça sakin bir ses tonu ile. Böylesine sakin olması beni delirtiyordu. ‘Nereden geldiğini biliyorum.’ Dedim aynı fevri ses tonuyla. Ayağa kalktı ve gözlerini ile tam göz bebeğimin içine bakıyordu. ‘Bilmezsen bir sorun olduğunu düşünürdüm.’ Dedi. ‘Yıllar sonra neden buraya geldin?’ tam gözlerine bakıyordum korkusuzca. ‘Seni tanımıyordum, her şeyi seninle öğrendim. Bu, benim için de sana olduğu gibi yeteri kadar zordu Callisto. Ancak atladığın bir durum var.’ Elini omzuma koydu, ‘Sorunlarla, başkalarına bağırarak ya da suçlayarak çözemezsin. Korumaya çalıştığın kişi, nefret ettiğin kişiler gibi bir canavara dönüşeceğini biliyorsun.’ Dedi emin bir ses tonu ile. ‘Amacım bunun olmamasını sağlamak.’ Deyiverdim. ‘Bizler geleceği görürüz, olacakları biliriz ancak onları değiştiremeyiz. Bizler ilahi varlıklar değiliz, sadece her şeyi bilmekle lanetlenmiş insanlarız.’ Dedi buruk bir ses tonu ile. Bir adım daha yaklaştı ve bana sarıldı. ‘Bazen öylesine zor ki, kaçıp gidesi geliyor insanın. Ancak savaşabilmek, başarabilmekten çok daha önemlidir. Bazen başarmaman gerekir.’ Dedi saçımı arkaya atarken. Ardından, penceresinin kenarına tekrar oturdu ve eline defterini aldı. ‘Ben de seni seviyorum Callisto.’

Sabah kahvaltısı, her gün olandan daha farklıydı. Herkes susuyordu ve yemeğini yiyordu. Xavier, yemek masasının en başında oturmuştu. Maia’nın yeri boştu, Ronan geç kalmıştı ardından yemek salonuna girdi ve onca boş yer varken yanıma oturdu. ‘Günaydın.’ Dedi gülümseyerek ki Ronan’ı benim yanımdayken gülerek görmek imkansıza yakın bir olaydır. ‘Ah günaydın tatlım.’ Dedim.  Ronan başını bana doğru eğdi ‘Neden, yemekten sonra ufak bir gezintiye çıkmıyoruz?’ dedi gülümseyerek. Elimdeki çatalı tabakta oynatırken kulağına doğru eğildim, ‘Düşüneceğim ki, benimle flörtleşiyorsun.’ Gülmeme engel olamadım. Ronan bana baygın bakışını attı ve yemeğini yemeye devam etti. Ronan kalkarken, onun peşinden ben de ayağa kalktım. Xavier’ın bakışlarını üstümde hissediyordum. Arkamı dönüp ona baktığım zaman pişkinlik ile gülümsüyordu. Gülümsemesine karşılık verdim ve salondan çıktım. Ronan’ın arkasından ona doğru koştum, ‘Hey, yakışıklı şey.’ Dedim koluna girerken. ‘Hiç pes etmiyorsun değil mi?’ dedi bana gülümseyerek. Kolundan çıkarak önüne geçtim, ‘Ah tatlım, beyaz saçların ne kadar da güzel!’ dedim saçlarını elime alarak.

Bir ağacın altında beraber otururken eline bir yaprak almış onu döndürüyordu. ‘Dün ne kadar üzgün olduğunu gördüm.’ Dedi asla beklemediğim bir ses tonuyla. ‘Bunları konuşmak bir şey kazandırmyacak, daha güzel fikirlerim var.’ Dedim Ronan’ın gözlerinin içine bakarken. Elimi Ronan’ın yüzünde gezdiriyordum, ona doğru yaklaştım ve kendini geriye çekti. ‘Maia’dan gerçekten hoşlanıyorum Callisto. Bunu, yapamam.’ Utanmış gibiydi. ‘Ahh, kaçırdım desene.’ Dedim gülümseyerek. O gece daha fazla birlikte zaman geçirmedik.

Yatağıma sere serpe uzanmışken, odamın kapısı tekrardan çalınmıştı. ‘Ne kadar da popülerim!’ diyebildim yüksek sesle bağırırken. İçeri giren kişi, Xavier’dı. Gerçekten geleceğini en son umduğum kişi Xavier’dı. ‘Hey.’ Dedi kısık bir sesle. Son zamanlarda girdiği kralcılık oyununa bakılırsa, buraya gelmesi gerçekten şaşırtıcıydı. ‘Ah, ne diyeceğimi bilemiyorum. ‘ dedi bir şeyler açıklamaya çalışırken. ‘Sadece, sana öyle davranmak istemezdim. Fikrime daha fazla saygı duymanı istedim. Bilirsin, şu kahinlik zırvalıkları yerine gerçeklik ile.’ Dedi. Yatağımdan doğruldum ve ayağa kalktım. ‘Kahinlik zırvalıkları mı?’ dedim sesimi yükselterek. Xavier bir adım daha yaklaştı, ‘Bilirsin Callisto, çok inandırıcı gelmiyor dediklerin. Hem konumuz bu değil, sadece bir tanrı olduğumu unutmamanı istiyorum.’ Dedi elimi saçlarımın arasında gezdirirken. ‘Biliyor musun Xavier, sanırım haklısın.’ Dedim ona bakarak. Xavier, dudaklarıma doğru yaklaştı. ‘Yakınındaki herkesi kaybedeceksin.’ Dedim nefesini nefesimde hissederken. ‘Belki de Maia haklıydı, Rosalind gibi bulmadığında Maia’yı, Maia’yı bulamadığında kızıl saçlı bir kadın arıyorsan buradasın.’ Bildiğim bir gerçeği ona anlatırken zırvalık kelimesini bir defa daha düşünmesini bekliyordum. ‘Ya da Xavier, demir parmaklıkların arkasında her sabah seni nasıl darp ettiklerini unutmamayı tercih edebilirsin.’ Gülümsedim. Xavier kendini geri çekti ve kapıyı açtı. Bir şey diyecek olduğu her zaman kendini durdurmayı tercih etmişti. Kapıyı hızlıca kapamıştı. Kapanmış kapının arkasından sadece bakabilmiştim.

‘Bana Rosalind’in ölü bedenini getir.’ Bu tanrıçanın siluetiydi.
Yağan yağmurun altında, Fierno çamurlaşmış toprağı kazıyordu. Rosalind’in çürümüş bedenini tanrıya adak sunmuştu. Yanan ateş öylesine güçlüydü ki, yağmur sadece ateşi kızdırıyordu. Fierno göğe baktı, ‘Tanrıçam.’ Dedi sadece.

‘Her şey için çok geç, Rosalind geri gelecek.’ Tavana bakarken düşünebildiğim tek şey umutsuzluktu.
Callisto
Callisto

Mesaj Sayısı : 7
Kayıt tarihi : 02/12/16
Yaş : 27

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Bölüm İki - Büyük Tufan Empty Geri: Bölüm İki - Büyük Tufan

Mesaj tarafından Maia Perş. Ağus. 31, 2017 8:12 pm

"Xavier'a vurduğunu söylememiştin. Bu davranışını gerçekten takdir ettim." Callisto'nun sesi neredeyse gülümseyecekmiş gibi çıkmıştı. Terden kayganlaşmış küreğimi elimde çevirdim ve tekrar toprağa batırdım. Bunaltıcı bir sabahın ardından güneş tekrar kendini göstermişti. Toprağı kazıp havalandırırken rahatladığımı hissediyordum. Bir süre sıra ile toprağı kazdıktan sonra doğruldum ve bir elimle belimi tutup diğer elimle alnımı sildim.

"Bütün alnına toprak bulaştırdın." dedi Ronan, her zamanki gibi somurtarak. Bir an beni azarladığı için utandım, eskiden kalma bir alışkanlıktı. Sonra artık ikimizin de 'eşit' olduğunu hatırlayarak içten içe mutlu oldum.

Sıcak bir öğle vaktiydi, ben güneşin altında kendime bir bahçe yapmak için toprağı eşelerken Callisto ve Ronan büyük bir ağacın altında gölgede oturuyordu. Ayrı ayrı, tabii ki. Hatta Ronan Callisto'dan olabildiğince uzak durmaya çalışıyor gibiydi. Yine de aynı ortamda kavga etmeden bir süredir oturmaları bile bir gelişmeydi. Piknik örtüsünün üzerinden bir elma alan Callisto yavaşça onu elbisesine silerek parlattı. Sabahtan beri onda bir tuhaflık vardı. Daha doğrusu normalde olduğu kadar tuhaf değildi. İşte bu tuhaftı. Onu kenara çekip sorgulamak istesem de Callisto hemen ne yapmak istediğimi anlamış, konuyu değiştirip sorularımı atlatmayı başarmıştı. Gelecekte iyi şeyler olmayacağını bilsem de onun bu halleri benim daha da kaygılanmamı sağlıyordu. Bu yüzden eski beyaz elbisemi, eski çizmelerimi giyip kent meydanına gitmiş ve insanların şaşkın bakışlarını umursamadan iki kasa çiçek soğanı alıp saraya geri dönmüştüm. Sürekli ilgi odağı olmak, insanların sürekli arkamdan konuşması beni gerse de alışmam gerektiğini biliyordum. Alışmam gerekiyordu çünkü işler daha iyiye gitmeyecekti. Arkamdan söylediklerinin her biri öncekinden daha kötüydü. Genel olarak Aurelia halkının favorisi 'tanrının orospusu'ydu. Xavier'la bir süredir yüz yüze gelmeye bile tahammül edemediğimi düşünürsem bu biraz da komikti.
Kendi kendime toprağı kazarken önce Callisto'nun, sonra Ronan'ın yanıma gelmesi ise tamamen tesadüf olsa da beni mutlu eden bir şeydi. Bunca kötü olayın içinde en kötü şey sadece bu olayları düşünecek kadar yalnız kalmaktı. Onların varlığı bir şekilde beni sakinleştiriyor, sanki hayatımın geçtiği manastırda yeni çiçek tarhı yapıyormuşum gibi hissettiriyordu. Küreği elimden bırakıp çiçek soğanlarını almak için arkamı döndüğümde Fierno'nun çiçek soğanı dolu kasayı kucaklayıp taşımaya çalıştığını gördüm. Gözlerimiz buluşunca şaşırmış gibi duraksadı, kasa ellerinden kaymadan yakalamayı başardı.

"Yardıma ihtiyacın olabilir diye düşündüm." dedi, sesi neredeyse utanıyormuş gibi çıkıyordu.

"İşte bunu senin düşünmen lazımdı Ronnie!" Callisto bu sözlerinin ardından Ronan'ın kafasına ısırdığı elmayı attı. Elma hedefini bulmamasına rağmen Ronan Callisto'ya onu öldürecekmiş gibi bakıyordu. Kendimi durduramadan dudaklarımın arasından bir kıkırtı çıktı. Kendimi kötü hissettim, sanki gülmemem gerekiyormuş gibi. Sonra Callisto'nun bana bakıp hınzır bir şekilde sırıttığını fark ettim. Ronan hala huysuzca somurtsa da bize bakınca mimikleri biraz yumuşadı. En son bakışlarımı Fierno'ya çevirdiğimde hala kasayı tuttuğunu ve boynuzum çıkmış gibi bana baktığını fark ettim. Gergin bir şekilde alnımdaki toprağı sildim. Kesinlikle toprağı yüzüme daha da yaymıştım. Hastalıklı kıkırtımı durdurmaya çalışıp ona doğru gittim ve kasayı kollarından almak için kasayı kucakladım. Ancak o da kasayı bırakmayınca tuhaf bir şekilde birbirimize fazla yakın bir şekilde kaldık. Gözlerimi ondan kaçırmaya çalışsam da tam gözlerimin içine bakıyordu. Yeşil gözleri çok açık renkti, neredeyse sarı gibi. Callisto'ya benziyordu ama bir şekilde de farklıydı. Callisto'nun peri gibi ince yüz hatlarının yanında Fierno'nun keskin, sert yüz hatları vardı. Erkeksi bir çeneye ve kedi gibi kısık gözlere, alev gibi kızıl saçlara sahipti. Bir şekilde Callisto'dan daha vahşi ve... farklı gözüküyordu. Tam olarak tanımlayamıyordum.

"Yer ve Gök aşkına, ya öpüşün ya da uzaklaşın birbirinizden, aranızdaki gerginlik öldürdü beni!" Callisto bu sefer de bir armut yiyordu. Ağzını açan Ronan'ın ağzına bir armut tıktı.

"Ses çıkarma da meyveni ye yakışıklı çocuk."

Bu sırada Fierno da ben de utanıp birbirimizden uzaklaşmaya çalıştık, bu sırada düşecek çiçek kasasını sakar bir şekilde tutmaya çalışırken kollarımız birbirine dolandı, onları çözmeye çalışırken kasa tekrar sallandı ve çiçeklerin bir kısmı yere düştü. Fierno bu sırada özür kelimeleri mırıldanıp duruyordu. Hayatımda yaşadığım en zor birkaç dakikayı atlattığımda Fierno'dan kasayı aldım.

"Teşekkür ederim." dedi tuhaf bir şekilde kızararak.

Fierno'nun parlak yeşil gözlerine baktım. "Bunu benim söylemem lazımdı."

"Ah, doğru ya."

İster istemez gülümsedim ve bunu saklamak için açtığım bir çukurun yanına eğilip çiçek soğanını dikkatlice kasadan çıkardım. Çiçeğin üzerine bir gölge düştüğünde duraksadım. Fierno karşımda eğilmiş, benim gibi bir çiçek soğanını eline almıştı.

"Bana da nasıl yapılacağını gösterebilir misin?" Bunu söylerkenki gülümsemesi o kadar samimi ve hafifti ki... Uzun zamandır birisi bana gülümsemiyormuş gibi hissediyordum. Fierno'nun sadece iki kanadı eksik gibiydi.

"Çocuk bazı şeyleri fazla deniyor." diye homurdandı Ronan, Callisto ve o arkamda konuşurken hiçbir şey duyamıyordum, bir yandan Fierno'ya nazikçe çiçekleri yerlerine dikmeyi, can suyu vermeyi gösteriyor, bir yandan ona bakarken dikkatimin dağılmaması ya da saçma birkaç kelime söylememek için kendimi zor tutuyordum. Kedi gibi gözlerini benden hiç ayırmıyor, söylediğim her sözden sonra dinlediğini belirten yorumlar yapıyordu. Bu kadar ilgiden dolayı elim ayağıma karışırken gerçek dünyaya düşmem çok hızlı oldu.

Xavier'ın varlığını görmekten çok hissettim. Hava elektriklendi, tüylerim diken diken oldu. İçimdeki ilkel kaçma içgüdüsünü bastırıp yeniden kendime her şeyin yolunda olduğunu söylemek zorunda kaldım.

"Maia, konuşabilir miyiz?" Xavier'a bana bakarkenki bakışları yumuşaktı, yanımdaki Fierno'yu fark edince ona bir böcekmiş gibi baktı.

"Bana yalnızca bir neden ver, kahin." Kelimeler dişlerinin arasından çıkarken hem onu sakinleştirmek, hem de Fierno'dan uzaklaştırmak için onu kolundan tutarken buldum kendimi. Temasımı hızla kessem de o an Fierno'nun yüzünde oluşan ifadeyi yakalayabilmiştim. Sanki bir salgın bir hastalığa yakalanmışım gibi, bana bakmıştı. O da kardeşi gibi bir kahindi ve görebildiği sahneler kardeşininkinden daha iyi olmayacaktı. Onun yüz ifadesini daha fazla görmek istemediğim için başımı çevirdim.

"Evet, konuşacak mıyız?"


*

"Senden özür dilemem gerektiğini biliyorum." Bir süredir yürüyorduk, Xavier elleri cebinde, bakışları ayaklarında konuşmayı başlatmıştı. Bir şey söylemedim, gerek de yoktu zaten.

"Sadece, her şey çok hızlı oldu ve bu güce sahip olduğumu fark ettiğimden beri Rosa'yı düşünmekten kendimi alamıyorum. Onu kurtarabilirim ve bunu yapmadığım her an suçlu hissediyorum." Bir süre sustu. "Bu yüzden dikkatimi dağıtmaya çalışıyor olabilirim." Sesi kısık çıkıyordu, yine de duyabildiğimi biliyordu. Birbirimize yakın yürümesek de etrafımızda bizden başka kimse yoktu. Aurelius'u tamamen gören bir tepeye çıkıyordu. Zirvede Kral Martell'in seyir çardağı vardı. Xavier bunu rahatça kullanmaktan geri kalmadı. Yumuşak minderlerin üzerine serildiğinde bacaklarımı toplayarak yanına oturdum. Aramızdaki mesafeye somurtarak baksa da bir şey demedi.

"Seni sevdiğimi söyledim. Keşke bu her şeyi çözse." Sesi boğuk geliyordu. Aurelia'ya bakan profilini inceledim.

"Hayat bundan daha karmaşık. Bazen her şey mutlu bitmez." Hafif bir meltem estiğinde, ben de bakışlarımı şehre çevirdim. Ondan başka bir şeye bakmak zorunda gibi hissediyordum.

"Rosa'yı hayata döndürme ayininde senin de yanımda olmanı istiyorum." Bir anda söylediği bu sözden sonra ne diyeceğimi bilemedim.

"Xavier!" Kızgın sesimi duyduğu zaman kabullenir gibi başını salladı.

"İstemeyeceğini biliyordum. Sadece... O anda yanımda olmana ihtiyacım vardı. Sorun değil." Bu sözlerin ardından neredeyse üzülecektim. Neredeyse.

"Callisto'nun kardeşi. Kesinlikle Yer'in bir müridi. Bunun tersini kanıtlamasının bir yolu var, o da Rosalind'i diriltmemde yardım etmesi. Eğer benim istediğimi bu şeyde bana yardım etmek için Yer'i karşısına alırsa, Callisto ve senin söylediklerinizi kabul edeceğim." Yavaşça ayağı kalktı. Bu sert tavırlarıyla, oturduğum yerden tam bir tanrı gibi görünüyordu. Bazen bunu unutuyordum. Asla yelkenlerimi suya indirmemeliydim.

"Sadece sana bunu söylemek istedim. Ayin yarın sabah şafakta yapılacak. Ne senin, ne Callisto'nun bunu durdurmak için yapabileceği hiçbir şey yok. Kararımı verdim." Rüzgar giysilerini ve siyah saçlarını uçuştururken, hızlı adımlarla çardağı terk etti. Onun arkasından bakarak kendime eziyet etmek istemedim, yüzümü Aurelia'ya döndüm. Gün yavaşça batarken kavuşturduğum ellerime gözyaşlarım yavaşça düşüyordu.

'Özür dilerim Rosalind.' diye düşünebildim sadece. 'Seni sevdiğinden koruyamadım.'
Maia
Maia
Ana Karakter

Mesaj Sayısı : 17
Kayıt tarihi : 06/09/16
Yaş : 26

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Bölüm İki - Büyük Tufan Empty Geri: Bölüm İki - Büyük Tufan

Mesaj tarafından Callisto Paz Ekim 08, 2017 11:20 pm

Kızıl gökyüzü, bugünü olacağını biliyormuşçasına biriktirdiği her şeyi gökyüzüne boşaltıyordu. Nefreti, kini, adaletsizliği, vahşetleri ve ölen bedenler için ağlayan bütün gözyaşları. Rahatsız edici o sessizlik, hayatım boyunca kaçtığım sessizlik değil miydi bu? Vücudumda dolaşan kanın gezintisi, nefes alış verişimin düzensizliği, kalbimin durdurak bilmeyen ritmik atışları. Yıllar sonra ancak anlayabileceğim çığlıklar, bana benzeyen kanımdan kardeşimi yıllarca bir daha göremeyişim, çığlıklar, feryatlar ve yine o sessizlik. Beynimi tırmalayan, kahrolası o sessizlik. Yüzlerce insanın düşüncelerinin arasında kaybolmak, yüzlerce geleceği, ölümleri, yaşamları, hüzünleri, sevinçleri yaşayacağım o sessizlik arasında. Ancak o an bilmiyordum. Bilmiyordum, bunca sessizliğin beni delirteceğini. Ancak üzgünüm, bu başarı ile dolu bir yaşam öyküsü değil. Hâlbuki yüzlerce başarı öyküsüne tanık olmuştu gözlerim, nelerin olacağını oraya ilk adım attığım zaman biliyordum yine de o adımı atmıştım. Aurelia'ya hiç geri dönmemem gerektiğini biliyordum. Fierno'nun bize ihanet ettiğini bildiğim gibi.

'Rosalin yaşayacak, bunu biliyorsun.' Fierno'nun gözlerine bakıyordum. Yeşil gözleri tedirginlikle doluyodu, kuşku ile gözlerimin içine bakıyordu. Bir şey söylememi bekliyor gibiydi, bilmediğimi umduğuna rağmen.  Elindeki siyah defteri sıkıca kavradı, 'Ah, hepimiz gün ve gün ölürken yaşamak çok garip geliyor...' şiir okur gibi tonluyordu her bir kelimesini. 'Fierno ben senin ikiz kardeşinim. Bunlarla Maia'yı tavlayabilirsin. Ah, tanrım sana nasıl da bakıyor öyle!' heyecanla sesim yükselmişti. Pencereden içeri giren rüzgar odayı doldururken üstüme aldığım şalı sıkıca kavradım. 'Ancak konumuz bu değil Fierno.' dedim sesimi alçaltarak. 'Xavier'a yardım etmelisin.' dedim yeşil gözlerinin içine bakarken. Yıllar önce görmüştüm bu gözleri, hüzün dolu değildi. Kırışıklıkları yoktu, korku nedir bilmezdi. O zamanlar masumduk, çok çok uzun yıllar önceydi bu dediklerim. Yavaşça kapadı gözlerini. Soğuk elleri ile elimi tuttu sıkıca. 'Sen bunları düşünme küçük Call. Her zaman yaptığın gibi neşe ver etrafına.' siyah defterini tekrardan tuttu ve ayağa kalktı. İçeri dolduran rüzgar saçlarını da savurdu. Kızıl, uzun saçları dalgalanıyordu. Gözlerime baktı, konuştuklarımız hiç konuşulmamış, bildiklerimiz hiç bilinmiyormuş gibi. Kapıdan çıktığı zaman rüzgar durdu. Beyaz oda yine huzurla doldu.

Saray her zaman olduğundan daha farklıydı bugün. Duvarlar beyaz güllerle kaplanmıştı, yerlere kırmızı güller serilmişti. Mistik bir koku koridorları sarmıştı, herkes telaş içindeydi. Bu sanırım, bir ayin gibi bir şeydi. Maia’nın odasının kapısını çaldım ancak kapısı aralanmıştı çoktan. Tok bir erkek sesi geliyordu, bu Fierno idi. ‘Maia, kendini bu kadar üzme. Bazen zamanı akışına bırakmamız lazım bazı şeyleri. Olması gereken şeyler olmalı. O zaman bazı şeylerin daha fazla anlamı olur elbet güneş doğacaktır yeniden.’ Diyordu elleri Maia’nın saçlarını arkaya attığı sırada. Maia başını aşağı eğmişti, ‘Bilemiyorum Fierno bunlar hiç olmamalı. Rosalind öldüğü için o kadar hüzün doluyum ki! Ancak yapılması gereken bu değil.’ Gözlerinden akan yaşlar Fierno’nun eline damlıyordu. Fierno, Maia’nın çenesinden tuttu. Hafifçe başını kaldırdı, o an omzuma değen eli en derinime kadar hissettim. Omzumdan sıkıca tutulmuş arkaya doğru çekiliyordum. Beyaz uzun saçları gördüğüm zaman başımı yukarı kaldırdım. ‘Ronieeey!’ dedim boynuna sıkıca sarılırken. Ardından koluna girdim, ‘Ah sence de saray böyle olduğu zaman çok romantik olmamış mı?’ dedim gülümsememi yüzüme yerleştirirken. Kolunu hızlıca çekti, ‘Başkalarının odalarını gizlice dinleyemezsin.’ Dedi gerçekten kızgın bir şekilde. ‘Ah Ronie, bazen o kadar saf oluyorsun ki!’ anlamsızca suratıma bakıyordu. ‘Ben istediğim zaman ruhun duymadan bunları bilebilirdim Ronie ah benim tatlı limonlu turtam!’ Ronan sırıtıyordu ama kendini tutuyordu. O an, gözlerine gerçekten baktığım ilk an bunu görmüştüm. ‘Tanrım Call, hangi erkek senin gibi bir kız ister? Rezalet haldesin.’ Gerçekten gülüyordu bu sefer. Hafifçe koluma vurdu ve sarayın kapısından dışarı çıktı. Elimi koluma götürdüm, ‘Hangi erkek beni gerçekten ister?’

Yeşil çimenlerin üstünde gökyüzünü izliyordum. Parlak güneşi, bembeyaz bulutların rüzgarla dağılışını. Hafif ıslak çimlerin vücuduma değmesi, irkilmem… Ardından gelen tanıdık o koku. ‘Merhaba Callisto.’ Bu Xavier’ın sesiydi. Satenden yapılmış cübbesinin çok hoş süslemeleri vardı. İçine giydiği ipek gömleği bulutlar kadar beyazdı. Yerimden doğruldum, bacaklarımı ellerimin arasında birleştirdim. ‘Merhaba Xavier.’ Dedim usulca. Xavier anlamsızca bana baktı. ‘Garip takma isimleri duyacağımı düşündüm Callisto, beni şaşırtıyorsun.’ Dedi gülümsemeye çalışırken. ‘Ah Xavyrie, dalmışım. Uyku sersemliğime ver! Senin gibi yakışıklı bir çocuk yanımdayken kendimi toparlayamıyorum.’ Dedim ona gülümserken. Xavier normale dönmüştü bu sefer. ‘Böylesi daha iyi.’ Dedi usulca. ‘Herhalde sana neden takma adlarla hitap etmediğimi sorgulamaya gelmedin.’ Gerçekten de bu yüzden gelmemişti. ‘Hayır. Biliyorsun, sana bir şeyler danışmak için gelmiştim.’ Dedi gözleri çimenlere takılırken. ‘Uzun süredir kimseye bir şey danışmıyor gibiydin.’ Dedim bu sefer aramızda ciddi bir konuşma geçiyor gibiydi. Xavier, derin bir nefes aldı. Nefesini yanı başımda hissediyordum adeta. ‘Callisto, gelecekle ilgili öğrenmek istediklerim var. Bana bu konuda yardım etmen lazım.’

‘Xavier, bu iyi bir yol değil.’ Yatakta oturmuş bazı kitapları kurcalıyordu. ‘Bilmek istediğim şey bu değil. Öğrenmek istediğim şey, o. Callisto, Rosalind burada olursa her şey yoluna girebilir. Her zaman bana yoldaş olmuştur, yanımda…’ ‘Ne yani, ilk seks deneyimini yaşadığın kızı geri mi istiyorsun? Sevişerek mi anlaşıyordunuz? Onun hakkında ne biliyorsun ki?’ bu sefer onu kızdırdığımın farkındaydım, ancak ona yardım edemezdim. Fierno’ya ihanet edemezdim onun bize ettiği gibi. İki kardeşimi yeniden kaybetmek istemiyordum. ‘Ah, ama biliyor musun Xavier. Denemekten zarar çıkmaz. Herkes dilinde olan şu ‘manken’ gibi olan kızımızı merak etmiyor değilim.’ Yatağa doğru ilerliyordum. Xavier’ın üstüne geçirdiği ipek gömleğin düğmelerine dokundum. Eli saçlarımın arasındaydı, vücudu tamamen bedenimle birleşmiş gibiydi. ‘Ama biliyor musun Xavyry, ben bunları konuşmaktan çok sıkıldım. Hrrr.’

‘Bugün kendimi berbat hissediyorum.’ Aynadaki yansımama bakıyordum. Xavier’ın odasından çok erken bir saatte çıkmıştım. Odamdaki, üstü tozlanmış aynaya bakmaya devam ediyordum. Ellerimi aynaya yasladım, ‘Bugün kendimi gerçekten berbat hissediyorum.’ İçimdeki bulantıyı atamıyordum. Yere çömelmek zorunda kalmıştım. Kapının tıklanması ile birlikte kendime gelmiştim. ‘Callisto’ fısıltı gibi gelen yumuşak ses Maia’ya aitti. Ellerimi saçlarımın arasında karıştırmıştım yatağımın üstünü dağıttım. Yerden doğruldum, ‘Maia?’ dedim kısık bir ses tonuyla. Maia kapıyı araladı. Üstünde toz pembe bir gecelik vardı. Kısa dalgalı saçları geceyi aydınlatıyordu. ‘Uyuyamadım.’ Dedi rahatlatıcı bir sesle. Nedense onu gördüğüm için ağlayacaktım. Yatağa doğru uzandı. ‘Xavier canımı sıkıyor.’ Dedi iç çekişi ile. ‘Ah, gerçekten mi Maia az önce Xavier ile sevişmiştim.’ Diyemedim. Bu içimdeki suçluluk duygusunu uyandırıyordu. Bir sebepten ötürü Maia’yı üzgün olmaktan kurtaramamak beni üzüyordu. ‘Bazen her şeyi olacağına bırakmamız gerekiyor Maia. Bırak, ufak tanrıcığımız ne yapmak istiyorsa onu yapsın. Bu dakikadan sonra onu durduramayız. Ah… Şu tanrılar…’ iç çekiyordum. Maia bir an için duraksadı. Gözlerinden akan yaşlar yatağa damlıyordu. İç çekiyordu, düzensiz nefes alıyordu. ‘Onu kaybetmek istemiyordum Callisto. Şimdi bana öylesine uzak ve yabancı geliyor ki! Onu böyle görüp ulaşamamak, aynı dili konuşamamak beni bitiriyor. Tamamen farklı birisi sanki. Bu çok zor.’ Ağlamasına devam ediyordu. Gözlerinden akan yaşlara, çaresizliğine gerçekten kırılmış kalbine bakıyordum. Elimi omzuna koyabildim, ‘Her şey iyi olacak.’ Kısık bir ses tonu ile ‘Umarım.’ Diyebildim.

Sabah güneşin odayı doldurması ile birlikte, saklandığımız karanlıktan kurtulmuştuk. Maia yorgana sarılmıştı, hala uyuyordu. Fierno odaya hızlıca girince, kapının duvara çarpması ile birlikte Maia titreyerek uyanması bir oldu. ‘Özür dilerim.’ Diyebildi Fierno acele ile. Ayağa kalktım, ‘Ah, ne zaman bu kadar kaba oldun ikiz kardeşim? Sana hiç yakışmıyor.’ Diyebildim. Fierno, birbirine yapışmış saçlarını arkaya attı. Kolumu sıkıca kavradı, ‘Calliope konuşmamız gerek.’ Dedi hızlıca. Maia ayağa kalktı yanımıza geldi ‘Neler oluyor?’ dedi. Fierno, gözlerini Maia’dan kaçırıyordu. Fierno yutkundu. Boğuk ve tok bir sesle,

‘Rosalind burada.’
Callisto
Callisto

Mesaj Sayısı : 7
Kayıt tarihi : 02/12/16
Yaş : 27

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Bölüm İki - Büyük Tufan Empty Geri: Bölüm İki - Büyük Tufan

Mesaj tarafından Maia Cuma Kas. 24, 2017 8:57 pm

Her şeyin değiştiği 'taht salonuna' tam olarak nasıl vardığımı hatırlamıyordum. Ben içeri girerken Ronan, Callisto ve Fierno hemen arkamdaydı. Yutkundum. Gergin bir şekilde ellerimi kavuşturup sıktım. Ne göreceğimi bilemiyordum.

Ben hareket etmeden büyük, altın rengi kapılar ses çıkarmadan açıldılar. Xavier'ın gücünü hissederek aşırı bir tepki vermemeye çalışıp içeriye doğru yürüdüm. Callisto elimi kavradı, Ronan'nın da yanımda olduğunu hissediyordum. Bir şey yapmasa bile bana yakın duruyordu. Arkadaşlarımın benim tepkimi hafifletmek için yanımda olduğunu fark etmek tuhaf hissettirdi. Xavier bir tirandı, az önce bir ölüyü diriltmişti ve herkes benim dramatikliğimden korkuyordu.

Odada ilerledikçe Xavier'ı seçebildim. Sırtı bize dönüktü, dizleri üzerindeydi, bir elinden sarkan ayin bıçağını görüyordum. Altın rengi küvet gözüme çarpınca eski anılar aklıma üşüştü. Şimdi bu küvet kanla doluydu. Taşan kanlar mermere kazınmış bir çembere doğru akıyordu. Xavier'ın kolundan süzülen kanı görünce ürperdim. İstemsizce küvete doğru yaklaştım. Havada bir elektrik vardı. Bir şeylerin yanlış olduğuna dair bir his, neredeyse somuttu. Ronan yanımda Yer ve Gök'e bir dua mırıldandı. İki elimi yumruk yapıp omuzlarıma bastırdım istemsizce. Ronan'ın verdiği din eğitiminin işe yarayacağını, iki tanrıya da tapan Melezler'in işaretini kullanacağım aklıma bile gelmezdi ama karşımdaki tabloya karşın başka bir şey yapmam mümkün değildi.

"Maia, gitme." Callisto bir noktadan sonra elini sıkılaştırmaya çalıştı ama ben neredeyse onu duymadım bile. Rosalind. Onun görüntüsü bu insanüstü manzarayı bile önemsiz bırakıyor, beni kendine çekiyordu. Bir yıl görüşmedik, ardından da öldün. Sana veda edemedim. Arkadaşlığımızı hiç yaşayamadık. Büyük ihtimalle senden nefret ettiğimi düşünüyorsundür. Herkes öyle düşünüyor. Seni özledim. Ben de seni çok özledim.

Küvette yatan Rosalind'in teni griydi. Gözleri kapalıydı. Üzerinde hiçbir giysi yoktu. Küvetten sarkmış kolu ve yüzü dışında bütün vücudu kanın içinde yüzüyordu.

"Ayin bölgesine yaklaşma, Maia, yalvarırım." Fierno son anda bana uzansa da çembere ayağımı basmıştım bile. Bir elektrik akımı ayağımdan vücuduma yayıldı, göğsüm kavruluyormuş gibi hissediyordum. Yere çöktüm, boğazımdan istemsiz sesler çıkıyordu.

"Maia!" Ronan'ın beni kucakladığını hissettim, benimle beraber yere çökmüştü. Callisto ve Fierno da ardından gelmişlerdi.

"Çok... fazla güç..." diyebildim son kalan gücümle. "Dinlenmelisin." dedi Ronan, o ayağa kalkmaya çalışınca itiraz etmeye gücüm olmadığı için çırpınmaya başladım.

"Ro...sa..."

"Maia, o senin tanıdığın insan değil, bunu sen de biliyorsun. Nekromansi, ruhu lanetler. Uygulayan ve uygulananı." Callisto gözünün ucuyla Fierno'ya baktı. Aralarında bir saniye sessiz bir konuşma geçti sanki. Ulu Saray'daki eski dille yazılanlar hariç bütün kitapları okumuştum, Nekromansi hakkında bilgiliydim. Bu yüzden de Xavier'ı durdurmaya çalışmıştım. Mantıklı yanım bunları biliyordu ama gözüm sadece Rosalind'i görüyordu. Xavier'ın vücudunu nasıl bulduğunu merak ettim. Rosalind'in cesedi Xavier'ın yarattığı güç patlamasıyla tamamen parçalanmıştı. Bir canlıyı tekrar oluşturabilmek, ancak tanrıların yapabileceği bir şey olmalıydı. Yine de gerçekler gözümün önündeydi.

Xavier ayini gerçekleştirirken ayin dışındaki hiçbir şeyi duyumsamıyordu, önünde açık olan kitap benim okuduğum kitap olmalı, diye düşündüm. Bir kütüphanenin bu kadar zarar verebileceğini kim düşünebilirdi? En azından sesimin yerine geldiğini fark ettiğimde Ronan'a beni yere bırakmasını söyledim. Suratı bembeyaz, dudakları birbirine bastırılmış olsa da beni mermer zemine bıraktı. Bu odada vaftiz edilmiştim, sanki yıllar önce gibiydi ama çok bir zaman da geçmemişti üstünden. Küvette oturup Ronan'ın dualarını bitirmesini beklerken gözümü diktiğim mermer zemine dokundum yavaşça. Vücudumdaki hisler geri gelmeye başlamıştı yavaşça. Dokunma duyumu geliştirmek için mermerdeki altın damarları parmağımla takip ettim. Xavier'ın eski dilde konuşan sesi bütün havayı çatırdatıyordu. Hiçbir şey yapamadan bunu seyretmek istemiyordum. Başımı yerden kaldırmadım. Gözlerimi kapayıp bu doğal olmayan olayın bitmesini beklemekten başka yapabileceğim bir şey yoktu. Adalet Savaşçılarının doğasına aykırıydı böyle bir şey, bizim doğal dengeyi korumamız gerekirdi. Vücudumdaki her hücre bunu yapabilmek için haykırıyordu. Xavier'ın sesinin bir an yükseldiğini duydum, ayinin doruk noktasına gelmiştik. Ellerim yerde olduğu için çemberden etrafa yayılan hafif dalgayı hissedebildim, yerden ve havadan aynı anda vurmuştu sanki bu kuvvet. İstemsizce başımı kaldırdım.

Rosalind gözlerini açtı. Birkaç saniye, gözlerini tavana dikti. Sonrasında ellerini yavaşça yüzüne götürdü. Onun hissetmeye çalıştığını anlamıştım. Beyaz elleri küvetin kenarını kavradı, yavaş hareketlerle küvetten çıkarken vücudu kandan dolayı ıslaktı. Ayini gözlemekle görevli bir melez Rosalind'e hızla bir ipek bornoz getirdi. Melez gözlerini yere dikmişti, hızla bornozu Rosalind'in omuzlarına sardı. Kimsenin onun gözlerine bakamadığını fark ettim. Ben de bakamıyordum. İçimdeki bir dürtü beni tutuyor gibiydi. Hayatta kalma içgüdü gibi bir şeydi sanki. Gözlerimi yere indirdim. Rosalind ilk adımlarını attıktan sonra Xavier'ın ayağı kalktığını duydum. Bakışlarımı biraz kaldırdığımda Xavier'ın Rosa'ya yürüdüğünü gördüm. Her şey sanki bir tiyatro oyunu gibiydi, benim dışımda gelişiyordu ve ben hiçbir şey yapamıyordum. Xavier Rosa'nın önünde duraksadı, onun da ne yapacağını bilmediğini fark ettim. Kimse bilemiyordu. Sadece buna kendini inandırmak istiyormuş gibi "Rosa..." diyebildi. Rosalind bir an başını ona çevirdi, ona baktığını düşündüm. Bir süre durakladıktan sonra çıplak ayaklarının bana doğru geldiğini gördüm. Yürürken arkasında kan izleri bırakıyordu. Midem burkuldu. Zihnim bütün vücuduma tehlike sinyalleri veriyordu adeta. Başım acı içinde zonklarken doğrulmaya çalıştım.

"Önümde diz çökmene gerek yoktu, Maia." Nefesim boğazıma takılı kaldı. Kendimi başımı kaldırmaya zorladım. Başını yana eğmişti, siyah, uzun saçları şelale gibi sırtından aşağı dökülüyordu. Benim önümde çömeldi, hala benden oldukça uzun olduğu için ancak boş boş omzuna bakabildim. Hala çok güzeldi, teni fildişi gibi ve pürüzsüzdü, teniyle aynı renk olan dudaklarına odaklandım.

"Sende, bana ait olan bir şey var." Duraksadım. Rosalind'in omzunun arkasından Xavier'a baktım. Benim kadar şaşkın bir şekilde Rosa'nın sırtına bakıyordu. Ne demek istediğini düşünmeye çalıştım ama beynim çalışmayı bırakmıştı. İkimizin ortak tek bağı Xavier'dı ve o kesinlikle bana ait değildi.

"Rosa... Yanılıyorsun." dedim kendimi zorlayarak. O her konuştuğunda omurgamdan aşağı bir ürperti yayılıyordu. Onun sesi hep böyle miydi? Değildi, kesinlikle değildi. Rosalind elini bana doğru uzattığında irkilerek geri çekildim. İster istemez gözlerine bakmıştım. Göz göze geldiğimizde yere mıhlanmıştım. Rosa rahatça elini belime uzattı. Elbisemin iç cebini bulup içinden bir şey çıkardı. Üzerimdeki ağırlığın azalmasıyla neyi kastettiğini anlamıştım.

"Bıçağım... Artık bana dönme zamanı geldi." Onu bana vermişti. Xavier'ı korumam içindi. Onun dizelerini asla unutmamış, onu yanımdan ayırmamıştım. Gözlerini kısarak bana baktı. Her zamanki küçümseyen bakışlarını üzerimde hissettim.

Hayır, her zamanki bakışları değildi. Mavi gözleri şimdi Xavier'ın kanı gibi kıpkırmızıydı.

"Artık, Xavier'ı kendim koruyabilirim." Yutkundum. Hiçbir şey söyleyemiyordum. Dilim tutulmuş gibiydi. Yavaşça ayağı kalkarken gözlerini gözlerimden ayırmamıştı. "Görünüşe göre sen bu konuda başarılı olamamışsın."
Maia
Maia
Ana Karakter

Mesaj Sayısı : 17
Kayıt tarihi : 06/09/16
Yaş : 26

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön


 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz